7 Ekim 2018 Pazar

👀 KENDİNİ BİLMEK NE DEMEKTİR??? 👀



👀 KAİNATA AÇILAN KAPIYA ANCAK KENDİ İÇİMİZDEN YOLCULUK YAPARAK VARABİLİRİZ (Mikro & Makro)...... 👀
🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾
Delphi'de Apollon tapınağının girişinde “Nosce Te İpsum” yazar...
🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾
Sinema tarihinin en çok konuşulan filmi Matrix deki kahinin kapısının girişinde ''Temet Nosce'' yazar...
🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾
Platon'un hocası Sokrates'in öğretisinin özü bu sözdür...
🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾
Yunus Emre nin ilk akla gelen sözü: İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir....
🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾
Tüm dünya dinlerinin ve inanışlarının aslında insan olma bilincinin atom çekirdeği anlamına gelmektedir. Şamanizm’den Kızılderili kültürüne, Mayalara, Uzakdoğu’dan, Anadolu’daki tasavvuf okullarına kadar her yerde başlangıç noktası kendini bilmektir.
Maslow’da “İnsan Olmanın Psikolojisi” kitabında aslında bir nevi kendini bilen insanı tanımlamıştır. Bu tanımda; her birimizin biyolojik bir temele dayanan, bir dereceye kadar “doğal” esas verici ve sözcüğün tam anlamıyla değiştirilemez ya da değişmez bir içsel doğası olduğunu ve bu içsel doğanın bilimsel açıdan incelenmesi, yaratılması değil keşfedilmesinin mümkün olacağı yazılmıştır. Maslow’a göre kendimizi bildiğimiz ve yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz takdirde daha sağlıklı ve üretken oluruz...
🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾🐾

Bugün, adına Alevilik dediğimiz inanç sistemimizin derinlikleri, düne kadar 1400 yıl öncesinin Arap Yarımadasının dışına çıkamazdı. Oysaki bir takım tabuları kırdıktan sonra yanıldığımızı anladık. Aleviliğin sahip olduğu temelleri, ibadet şekilleri ve en önemlisi de felsefî yapısı izlerini arap yarımadasında göremezken tahmin bile edemeyeceğimiz, asla düşünmeyeceğimiz yerlerde, zamanlarda saklı olduğunu farkettik. Işığın, karanlıklar içinde saklı olduğunu anladık. İşte bu karanlık dönemlerde aydınlatılması gerekenlerden biri de Pisagor dönemidir.
Neden Pisagor Dönemi?
Pisagor’un tarihteki, matematikteki rolünü bilenler Alevilik ile arasında ne gibi bir bağ olduğunu sormadan edemeyeceklerdir. Acaba “Pisagor da mı Aleviydi” diye alay edecek olanlar da olacaktır. Oysa ki bizler araştırdıkça öğrendikçe, tarihin karanlık sayfalarını aydınlığa çıkardıkça Pisagor felsefenin Alevilik felsefesi ile çok büyük ortak noktalarda birleştiğini görmekteyiz.
Hâce Bektâş-ı Velî ile Pisagor Arasında 1770 Yıl Var. Peki her ikisi arasında bunca yıl olmasına karşın Pisagor nasıl oluyor da Bektâş-ı Velî’nin düşüncelerini onca yüzyıl önce yayabiliyor. Tanrıyı, ölümü, yeniden doğuşu, ruhu, cennet ve cehennem reddi gibi birçok konuda aynı felsefî bakışa sahip olabiliyor.
Anadolu’ya sadece birkaç kulaç uzaklıkta bulunan Sisam adasında zengin bir yüzük satıcının oğlu olarak MÖ. 570’de yani Hâce Bektâş’ın Anadolu’ya resmi yerleşme tarihi olan ms.12. yy’dan 1770 yıl önce doğmuştur. M.Ö 570’te doğan Pisagor ile Milattan sonra 12. yy’da yaşayan Hâce Bektâş-ı Veli arasında yaklaşık olarak 1770 yıl var. Pisagor Bektâş-ı Velî’den 1770 yıl önce Anadolu topraklarında Aleviliğin bugünkü felsefesini yayıyor, öğretiyor, aktarıyordu!
Bugün, Hâce Bektâş-ı Velî ve Alevilik dendiği zaman Anadolu’ya Aleviliği ve Alevilik felsefesini getiren serçeşme akla gelir. Oysaki bugünkü edinilen bilgilere göre Hâce Bektâş-ı Velî Anadolu’ya Aleviliği getiren değil, Aleviliği kurumlaştıran, açığa çıkaran, toplayan, örgütleyen, çeşitli takiyyelere başvurarak islam ile ilişkilendiren kişi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, Hâce Bektâş-ı Velî’den de önce Anadolu’da yaşayan bazı toplulukların içrek bilgilere, kadim inançlara, ezoterik olgulara hiç de yabancı olmadığı gerçeği var.
Bektâş-ı Velî’den 1770 yıl önce yaşayan bu içrek inanç neydi?
Bektâş-ı Velî’den 17 yy önce yaşamış bu inancın savunucusu Pisagor idi. Pisagor ile Bektâş-ı Velî arasında yapılması gereken derin araştırmalar birçok gerçeği de gün yüzüne çıkaracaktır.
Pisagor eğitim hayatına “Tales” ve “Anaksimandres” ile başlar. Yine antik Mısır’dan aldığı bilgilerle “Orfe” tarafından kurulan “Delf Mâbedinde” eğitime başlayarak ezoterik dünyaya açılır. O da tıpkı Antik Yunan Medeniyeti kurucuları olan “Orfe, Euclides, Çiçeron, ve Eflatun” gibi Mısır’ın ünlü “Osiris Mâbedine” giderek “inisiye” edilip “inisiyatör” olacaktır.
İnisiye edilmek gizlenmiş bilgiyi öğrenmek, inisiyatör ise gizlenmis bilgiyi gizliyerek taşıyan, öğreten demektir. Bu olay Alevilikte de vardır. Alevi Piri hayatını bu yola adayıp bilgileri taşıyan ve gizleyen olduğu için bir anlamda “inisiyatör”dür. Delf Mâbedinin en dikkat çekici yönü üzerinde yazan “Kendini Bil“ mesajı ile Dört sütun üzerine üçgen bir çatı ile kurulu olmasıdır. Bu yapı dizaynı bizi kolaylıkla Mısır yapıtlarına götürecektir. Çünkü eski, kadim zamanlarda etkileşim, süreklilik içinde eskiden yeniye doğru yaşanmıştır. Sürekli yeni eskiden almıştır.
4 sütun; 4 elementi, 4 yönü, 4 gücü betimler. 3’gen çatı ise “Tanrı-Evren-İnsan” birliğini (teslis) anlatıyor. Dörtlerin ve üçlerin çarpımı Onikileri verir. İşte Yunan antik döneminin 12 Tanrılarının da, bizdeki 12 İmamların da, 12 Meleklerin de, 12 Şövalyelerin de, 12 Havarilerin de sürekli sahip olup tamamlamak zorunda kaldıkları 12 rakamının çözümü budur. Bugün Anadolu Aleviliğinin Şiî ekolundaki İmamları kullanarak hâla ayakta tuttuğu “12 rituelinin” (12 imam) hikâyesi de budur. Bugün Alevilikte de var olan “dörtler, üçler, onikiler ve tanrı-evren-insan” tanımları Bektâş-ı Velî’den 17 yy önce bu coğrafyada, bu insanlarca, bu şekilde yaşamaktadır. Bugün görebildiğimiz birçok Alevî dergâhın yapıları ve anıtlarının 4 sütun üzerinde 3’gen çatılı olmaları rastlantı değildir. Ya da birçok örnekleri olduğu gibi 4 sütun üzerinde 3’gen, 4’gen, 5’gen, 7’gen, 8’gen çatılara sahip olmaları da.
Pisagor’dan Hâce Bektaş’a (1770), Hâce Bektâş’tan günümüze geçen (800) zamanın toplamı 2570 yıldır. Günümüzden 2570 yıl önce Aleviliğin bugün sahip olduğu ve halen deyişlerinde aktardığı:
Tanrı-Evren-İnsan teslisini, Üçleri…
Tanrı-Evren-İnsan’a adanan üçgen çatılı yapıtları,
Dört sütun ile betimlenen 4 elementi, Dörtleri…
Dört sütun ile betimlenen 4 element ile Varoluşu,
12’leri ve “Kendini bil” öğretisini rahatlıkla görebiliyoruz.
Günümüzden 2570 yıl öncesinde karşilaştığımız bu bilgiler Aleviliğin kökenlerinin nereye kadar uzandığını kolaylıkla sergiliyor. Yalnız bu kadar değil, tarih sandukası garip olaylarla dolu. Eskiden yeniye akan bu bilgi alışverişleri Mısır ile Yunan Medeniyetlerini yakınlaştırırken yapıtlarını da etkiler. Bu iki medeniyetin önemli birkaç yapıtlari ise en önemli mabetleri önünde durur. Ya da daha doğrusu bir zamana kadar durdular.
obelisk
Dikilitaş
Üzerinde “KENDİNİ BİL” yazısı bulunan Sultan Ahmet Meydanı’nı ortasındaki 5000 yıllık dikilitaş, Antik Yunanın Delf Mabedinden…Yine Sultan Ahmet Caminin 6 minaresine bakan dikili taş ise Antik Mısır’dan getirilmiştir… Biz, bugün her iki Antik Taş ile de İstanbul’un Sultan Ahmet’e yapacağımız kısa, güzel, zahmetsiz bir ziyarette karşılaşabilirken;
Pisagor kendi yaşadığı dönemlerde yani günümüzden 2 buçuk bin yıl önce bugün Sultan Ahmet Meydaninda olan dikili taş ile Antik Yunan’ın DELF Mabedinde, yine Sultan Ahmet Camisinin 6 minaresine bakan dikili taş ile ise Antik Mısırın inisiye merkezlerinde karşılaşmıştır.

-23 Yıllık İçsel Eğitim-
Pisagor Mısırlı keşişlerin eğitimine girmeyi hak kazandıktan sonra hayatının 23 yılını burada geçirir. Bu 23 yıl içinde ileride kuracağı Pisagoryen felsefe ve Pisagorik Okullarda vereceği bilgileri Mısırlı keşişlerden alarak kendisini geliştirir. Günümüz Matematik dalında halen Pisagor’un inkâr edilemeyecek etkisi değerini korumaktadır. Pisagor “Sayılar Bilimi” diye daha sonraları kendi okulunda aktaracağı bilgilerin kaynağını 23 yılını geçirdiği bu rahiplerden öğrenmiştir.
23 Yılın ardından yani mö. 547’de Pisagor ülkesine döneceği sırada Mısır’ın işgalı ile karşılaştığı dönemdir. Bu işgal onu ülkesi yerine zorunluluk içinde Babil‘e götürür. Babil’de kendisiyle getirilen diğer mısırlı rahipler ile tam 12 yıl mecburi iskan edilir. Pisagor burada kaldığı 12 sene içinde tıpkı kendisi gibi ezoterik inancın ayrı bir kaynağına sahip olan Zerdüştî’ler ile tanış olur. Zerdüşt rahipler ile buluşması bir anlamda da hem tarihin ne denli şaşırtıcı olduğunu göstermekte hem de Zerdüşt ögretinin içrek öğretilerdeki önemini vurgulamakta.
Magi (maji, büyü) Uygulamaları
MÖ 547 de Babil topraklarında yaygın olan Zerdüştî rahipler Pisagor’u içlerine alarak onunla bilgi alışverişlerinde bulunurlar. Pisagor Zerdüştlerin “magi” alanındaki pratiklerini görünce şaşırır. Osiris mabedinde teorilerini gördüğü “maginin” pratikte kullanıcılarını görmek bilgilerini pekiştirir. Buradan çıkan sonuç tam anlamıyla şaşırtıcı. Çünkü Zerduştilerin kullandığı “Magi” pratikleri de Pisagor’un teorilerini ögrendiği Osiris Mabedinden geliyor. Yani ikisinin de çıkış yeri aynı. Ezoterik Bilgiler Anadolu’ya da, Yunana da, Mezepotamya’ya da, Asya’ya da Mısır’dan yayılıyordu. Ana kaynak ve serçeşme Mısır’daydi.
Kanımca gelen son 4 semavi dinin Peygamberleri Osiris mabetinden ya da Zerdüştî rahiplerden edinlikleri “magileri” kullandılar. Bundaki amaçları, insanları ayrıcalıklı olduklarına inandırmaktı. Kitaplarda peygamberlerin gösterdikleri mucizeler diye geçen olguların bunlarla alakaları olabilir. Maginin türkçe okunuşu “MAJİ” dir. Anlamı ise BÜYÜ‘dür. Yabancı dillerdeki “Magisien” (majisyen) kelimesinin anlamının bizde “büyücü” olduğu gibi. Eski Zerduştî rahipleri pratikte uyguladıkları bu uygulamalara bugünkü anlamda “büyü” diye yaklaşmamaktaydı. Onlara göre büyü, hayal ürünü ya da imkânsız olayların olması değildir. Büyü bir cadının gücü de değildir. Büyü, bir bilimdir. Halk kesiminin anlayamayacağı sadece görsellikle beyinlerinin alabilecegi uygulamalardı. İnsanlar akıllarının alamadığı olgulara doğa üstü tanımlayarak büyü demiştir. Zerdüştî rahipler Astral enerjileri belirli bir yere yönlendirebiliyor, yerküreye ait manyetik akımlardan da yararlanarak halkın doğa üstü olarak göreceği birçok mucize gerçekleştirebiliyorlardı. Oysaki halk tabanının mucize, doğa üstü ya da büyü diye adlandıracağı tüm bu uygulamaların mutlak değer içinde bilimsel açıklamaları vardı. Örneğin barutun patlaması, kimyevi maddelerin ışık saçması gibi…
İşte tüm bu uygulamaları Osiris Mabetlerinde öğrenen Pisagor ile Zerdüşt rahiplerin aralarındaki ortak bağ yine içrek (batınî) ve ezoterik öğreti idi.
Pisagor’un Babil’den Dönüşü ve Pisagorik Felsefenin Açılımı
Pisagor Babil’de geçirdiği 12 yıldan sonra ülkesine gider. Nitekim Mısırı yerle bir eden güç ülkesinden de geçmiştir. Politik savaşlar sürmektedir. 35 yıllık içsel öğreti eğitiminin ardından tek amacı ülkesinde Orfe öğretisinin yeniden geliştirilmesi için çalışmalar yapmaktır. Delf Mabedini yeniden diriltir ve geçmişinden daha güçlü hale getirir.

Şimdi Pisagor’un okullarında yaymaya çalıştığı felsefesi ve düşüncelerinden birkaçını görüp Alevilik ile aralarındaki derin bağları farkedelim;
• Ruh ölümsüzdür •
İslamda da ruh ölümsüzdür diyeceksiniz. Fakat Pisagor’da ruhun ölümsüzlüğü dünyada geçerlidir. Ruh, beden öldükten sonra başka bir bedene girerek “tanrı-insan” olma vasfına ulaşana değin devirlerden geçer. Biz buna Alevilikte Devriye ya da Dolanış diyoruz. Oysa ki İslamda bu yoktur. İslamda Ruh beden öldükten sonra sorgulanmak üzere meleklerce alınır. Bu dünyadaki rolünü bitirir. Cennet ya da cehenneme gider. Pisagor’da ve Alevilikte Cennet/Cehennem yoktur. Ruhun gideceği bir cennet cehennem de yoktur. Ruhun cenneti döngülerini tamamladıktan sonra Tanrısal nura kavuştuğu gündür.
• İnsan ruhu, İlâhi Ruh’un bir cüzü, bir kıvılcımıdır •
Pisagorik düşüncede olsun, Alevilikte olsun bütün içrek öğretilerde İnsanın ruhu Tanrının yeryüzündeki görünüşüdür. Oysaki islamda insanı, insan bedenini ve insan ruhunu tanrı yaratırken, Platonik akımda ve Alevilikte durum böyle değil. Onlara göre İnsan Tanrı tarafından yaratılmamış mıdır? İnsan çamurdan ve az bir sudan oluşmamıştır. Kadın erkeğin sol kaburgasından yaratılmamıştır. İnsan Tanrıdan FIŞKIRMIŞTIR. İnsan Tanrının yeryüzündeki görüntüsüdür, yaratılmamıştır. O’ndan kopmuştur. Ona dönmek için çabalamaktadır. İslamdaki yaratılış olayıyla Tanrı-Kul, Pisagor’daki Varoluş olayıyla “Tanrı-insan” anlayışı arasındaki fark da budur.
• Ruhlar arasındaki farklılık, yaşamların çoğulluluğuyla açıklanabilir. Tekrar doğuş bu nedenle kaçınılmaz bir kader­dir. İslamda bir insan sadece bir kere doğar, yaşar ve ölür. İkincisi asla olanaklı değildir. İslam anayasası olsun, kitabı olsun, peygamberi olsun bu konu hakkında çok açık cevaplar vermektedir. Oysaki Pisagorik akımda ve Alevilikte insan tanrısal sudura ermek için döngülerini tamamlamak zorundadır. Bu nedenle de devriyeler ve dolanış şarttır. Beden ölse de ruh ölmez. Ruhu bekleyen cennet ya da cehennem yoktur. Alevilikte bu olaya devriye ya da dolanış deniyor.
• Ruh ve madde birbirleriyle etkileşim içinde birlikte tekâmül etmektedir •
• İnsanlık basamağı tekâmülün bir aşamasıdır. Ama so­nu değildir. İnsanlık aşamasından sonra geçilecek olan safha İlâhlık aşamasıdır •
Ve işte son, İslam ile Pisagorik düşünce ve içrek öğretiler arasındaki nokta. İslamda da tıpkı diğer semavi dinler gibi iyi insan öldükten sonra Allaha döner, fakat O olmaz… İyi insan ruhu Allahın ona mükâfat olarak sunduğu cennete girer ve sonsuza değin burada yaşar. Fakat Pisagorik düşüncede ve Alevilikte ise İnsan ruhu, kâmil insan olma aşamasına geldikten sonra artık Tanrısal Nur ile birleşir. Kendisine geri döner. Tanrıya kavuşur. Kendisinden koptuğu parçayla bütünleşir… Kendisinden koptuğu parça Tanrı olduğu için parçasıyla bütünleştikten sonra TANRI OLUR.
Alevilikte durum aynı ise de belirli formüller vardır. Bu formül bize insan ruhunun tanrısal nura kavuşması için 4 kapı 40 makamdan geçmesi şeklinde aktarılmıştır. 4 kapının ardından ulaşılan yer ilahlık makamıdır:
1: Şeriat: Küre-i Hâr (Ateş) Bir anadan doğmak: Arslan
2:Tarikat: Küre-i Hava (Hava) İkrar verip yola girmek: Merdan
3: Marifet: Küre-i Mâ (Su) Hakkı kendi özünde bulmak: Mucize sahibi, Evliya
4: Hakk-i-Kat: Küre-i Hak (Toprak) Tanrısal makama ulaşmak: HAKK
• İlâhlar Alemi’ni anlamanın yolu insanın kendi sırları­na ulaşmasıyla mümkündür •
Bu, Pisagor’un Öğretisi’nde “Kendini Bilmek” olarak nitelendirilmiştir.
Alevilikte ise; “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır”, “Ne ararsan Kendinde Ara” gibi birçok örneği olan açıklamaların benzeridir. Pisagor’un felsefesine göre nasıl ki Tanrısal güce ulaşmanın yolu evvela insanın kendisini tanımasından geçiyorsa, aynı şekilde Alevilikte de insanın Hak’la Hak olabilmesi için evvel kendisini tanıması şarttır.
• İnsanlık aşamasından ilâhilik aşamasına geçişi inisiyasyon sağlar •
Bu aşamada tekrar doğuş zorunluluğu ortadan kalkar. Bu aşamaya ulaşabilenler için artık dünyaya tekrar doğma zorunluluğu ortadan kalkar. Bu tür varlıklar bedenli oldukları halde Tanrısal nuru bün­yelerinde barındırabilirler ve dünyaya bu ışıklarını saçarlar.
Alevilikte de insanın Hakka yürümesi, Hakla Hak olması, Hak olması diye adlandırabileceğimiz durum böyledir. İnsan ruhunun kendisinden koptuğu Tanrıya geri dönmesi için 4 kapı 40 makamı geçmelidir. Bu süreci tamamlayabilmek için de tekrar doğuş kaçınılmazdır. Kişi ne zaman ki bu geçisi tamamlarsa işte o zaman tekrar doğuş şartı ortadan kalkar ve ruh kendisinden koptuğu ana parçaya yeniden kavuşur.

• Evren tümüyle canlıdır.
• Tüm evren matematiksel olarak düzenlenmiş bir bü­tündür. Sayılar üzerine kurulu bir düzene sahiptir. Bu sayısal düzenle ilgili bilgiler sayısal sembolizmde gizlenmiştir. Bu sembolizimin şifresi inisiyasyonla çözülebilir.
• Tekâmül hayatın yasasıdır. Sayı evrenin yasasıdır. Bir­lik ve Teklik ise Tanrı’nın yasasıdır.
• Alemleri şekillendiren ve kozmik cisimleri muazzam kütleler halinde yoğunlaştıranlar ruhlardır.
• Alemler İlâhi Ruhlar tarafından yönetilir, sevk ve ida­re edilir.
• Dünya altı tufan geçirmiştir. Bu tufanların kaotik gi­bi görünen periyodik bir devreselliği vardır. Her bir tufanla bir devre (siklüs) kapanmış ve yeni bir devre açılmıştır.
• Her bir tufanın adem ve havvaları vardır. Bir zaman­lar yeryüzünde de yaşamış olan üstün düzeyli varlıklar, zama­nı geldiğinde evrensel yasalar uyarınca yeni canlı türlerinin ortaya çıkmasını sağlarlar.
• Uyku, rüya ve vecd Öte Alem’in açık olan üç kapısı­dır, Ruh ilmi ve kêhanet sanatı bu kapılardan gelir.
– Dimitrov TESLA – Derlemesidir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.