16 Ağustos 2021 Pazartesi

ZİHİNLERDEKİ DUVAR

 "Harese nedir, bilir misin oğlum?


    Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür.

    O kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar.

Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider.

    Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir.

     Bütün Ortadoğu'nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz.

Kendi kanının tadından sarhoş olur."

#ZülfüLivaneli

" Huzursuzluk" romanından....

 Çanlar çalıyor ama kimsenin umrunda değil, milyonlarca suriyeli ülkeye giriş yaptığında huzursuzluk homurtuları bir müddet yükselmiş ancak taşkınlıklar istenilen boyutlara ulaşmadığı için C planı devreye sokulmuştu, kısa bir süre önce milyonlarca Afgan ülkemize giriş yaptı, Pakistan ve İran boyunca yol alan, kimi zaman günlerce yürüyen göçmenler, ellerini kollarını sallayarak Türkiye sınırını geçtikten sonra gruplar halinde başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin farklı kentlerine sessiz sedasız yerleşiyor, peki büyük plan nedir? 


B.O.P u duydunuz ama çok umursamadınız, bop eş başkanıyım diyenleri alkışladınız, bop u gap ile karıştırdınız, siyonist zihniyet sizi idam sehpasına götürürken ağzınızdaki dikeni çiğnemeye devam ettiniz, şimdi size ısrarla söylüyorum farzedin ki yolculuk yaptığınız uçak düştü ve enkaz altından sağ kurtuldunuz, gözlerini denizde, dağda, ormanda, şehirde, köyde yada ovada açanlar olacaktır, bulunduğunuz coğrafyaya hızlı bir şekilde adapte olun ve kendinizi korumak için taş, sopa, mızrak ''imkanlarınızın el verdiği'' doğrultuda ne buluyorsanız stok yapın, temiz içme suyu, yiyecek, güvenli barınak, kibrit, çakmak, mum gibi temel ihtiyaç maddelerinden bolca edinin, uçak düşmezse sorun yok tedbiri elden bırakmamanın kimseye zararı olmaz, ancak düşerse ve tedbirsiz yakalanırsanız hayatta kalma şansınızın neredeyse hiç kalmayacağını asla unutmayın.

Uyarımı Yılmaz Özdil'in 13 Ağustosta yayınladığı Duvar adlı yazıyla bitirmek istiyorum.

 

Duvar

Türkiye'de her on kişiden biri kaçak göçmen olmuş, şehirlerimiz istila edilmiş, Suriyeliler plajlarda deve güreşi yapıyor, kamyon kasalarından Afgan taburları indiriliyor… Asrın liderimiz hâlâ “sınırlarımızdaki duvarları yükseltiyoruz, sınırlarımızı surlarla örüyoruz, birilerinin abarttığı gibi göç akını söz konusu değil” diyor.

– Suriyeliler Avrupa'ya ABD'ye pasaportla bile alınmıyor, Türkiye'ye 5.5 milyon Suriyeli kaçak olarak girdi, en az bir milyonun hangi şehirde yaşadığı, adresi bile bilinmiyor.

– İstanbul'da mesela, resmi olarak 1 milyon 600 bin kaçak mülteci yaşıyor. Kaçağın resmisi olur mu? Türkiye'de oluyor, İstanbul'da resmi olarak 1 milyon 600 bin kaçak mülteci var. Sadece iki yıl önce resmi olarak 600 bin kaçak mülteci yaşıyordu, bir milyon arttı, bir yıla kalmaz İstanbul'da Şam'ın nüfusundan fazla Suriyeli olacak.

– Güya Şam'a namaz kılmaya gidecektik, Şam'ar oğlanı olduk!


– Apartman dairesi kiralayıp, üç dört aile kalıyorlar, gürültü, kavga, merdivenlere kasten dökülen çöpler filan, Türk komşular çaresiz başka ilçeye taşınıyor, boşaltılan daireye anında üç dört Suriyeli aile yerleşiyor. Bir apartmana Suriyeli aile girdiyse, o apartmanın komple Suriyeli olması en fazla iki yıl sürüyor. Sistematik şekilde, apartman apartman, sokak sokak, mahalle mahalle kuşatılıyor, işgal ediliyor.– Fatih Sultan Mehmet'in adını taşıyan Fatih ilçemiz, Şam'ın ilçesi gibi oldu, her sekiz kişiden biri Suriyeli, tarihi Malta çarşısı Suriye çarşısı oldu, lokantadan kuyumcuya, parfümcüden fırına, kasaptan tatlıcıya, artık Türkçe alışveriş yapamazsın, Türk esnaf mecburen taşınıyor, onların yerine Suriyeliler davullu zurnalı açılışlar yapıyor.

– İdlib'e Rakka'ya Tel Abyad'a filan gitmene gerek yok, Beyazıt, Laleli, Aksaray'da üç dakika yürü, Türkçe konuşan bile zor bulursun.

– Afganistan'daki Taliban, Mısır Çarşısı civarında askeri üniformayla dolaşan Afganların yanında mösyö kalır.

– Suriyeli işportacılar Tahtakale'deki tezgahlarında “Suriye malı” etiketiyle, cinsel gücü arttırıcı haplar satıyor.

– “Mazlum” denilen Suriyelilerin, Türkiye'de 20 binden fazla şirketi var. Sadece üç yıl önce yedi bindi, sadece iki yıl önce 15 bin olmuştu, bugün 20 bini geçti. Ticaret siciline kaydolma hızında, taa 1923'den beri Türkiye'de yatırım yapan Alman şirketlerini bile solladılar.


– Uyanık Suriyelinin biri fırın açtı, ürettiği ekmeği “Tayyib” markasıyla satıyor. İzmir'de fabrika satın alan var, Aydın'da incir ihracatı yapan var, villa sitesi kuran Suriyeli müteahhit var. Holdingleşen Suriyeli var.– Suriyeli İşadamları Derneği var, Afgan İşadamları Derneği var. Siz hiç “mazlum işadamı” duydunuz mu? Duyun… Türkiye'deki Suriyeli-Afgan işadamları Tüsiad gibi, Müsiad gibi dernekleşti, sivil toplum örgütü haline geldi. Uluslararası fuarlara Türkiye kontenjanından katılıyorlar, Türkiye'yi temsil ediyoruz ayaklarıyla kendilerine iş bağlıyorlar.

– Akp'den milletvekili adayı oldular. Geçenlerde Hatay büyükşehir belediye başkanı izah etti, aday olsalar belediye başkanlığını kazanacakları ilçeler var.

– Türkiye Halk Sağlığı Enstitüsü'nün verilerine göre, Suriyelilerin doğum oranı, Türk vatandaşlarının doğum oranını geçti. Lütfen yaşadığınız şehirdeki Göç İdaresi Müdürlüğü'nün önüne şöyle bir uğrayın, kucağında bebeklerle Suriyeli kadınları kuyrukta görürsünüz, doğuran, getirip kaydettiriyor.

– Türkiye'de okulları var. Radyoları var. Gazeteleri var. Sadece Suriyelilerin çalıştığı, sadece Suriyelilere hizmet veren hastaneleri var, tahlil laboratuvarları var, ecza depoları var.

– İstanbul'da hem Sultanbeyli'de hem Zeytinburnu'da Halep caddesi var. Aslında o caddelerin adı başka ama, artık Halep caddesi olarak biliniyor, çünkü dükkanlar komple Suriyeliler tarafından ele geçirildi. Sadece tabelalar değil, duvarlardaki grafitiler bile Arapça.

– Hobaraa diye Türkiye'ye sokulan 5.5 milyon Suriyelinin iki milyonu okuma yazma bilmiyor, Türkçe değil, Arapça da bilmiyor, zırcahil… İş öyle utanmaz hale geldi ki, İstanbul'daki sosyetik Suriyeliler, sokaklarda dilenen Suriyelilerden rahatsız oluyor, eğitimli Suriyeliler, cahil Suriyelileri istemiyor!

– Bizzat İstanbul valisi anlattı, “Suriyeliler, sokaklarda dilenen Suriyelilerden rahatsız oluyor, temsilcileri bize geliyor, bunlar yüzünden bizim imajımız bozuluyor diye şikayet ediyorlar” dedi.

– Gidin lütfen Florya'ya Nişantaşı'na Moda'ya Caddebostan'a… Gözlerinize inanamazsınız, resmen istila.

Duruşun andırır asil soyluyu

Hisar, Kuruçeşme, Sahil boylu mu

Arnavutköylü mü, Ortaköylü mü

Kız sen İstanbul'un neresindensin

Baştan yazmak lazım, baştan…

Afrinli misin, El Bablı mı

Hamalı mı, Humuslu mu

Suriyeli mi, yoksa Afgan mı

Birader sen İstanbul'un neresindensin?

Ve, asrın liderimiz hâlâ “abartıyorlar, sınırlarımızı duvarlarla ördük, surlarla ördük” diyor.

“Türk diye bir ırk yok” diyen Akp milletvekili, “Suriyeli kardeşlerimiz giderse ülke ekonomisi çöker” diyor, kimsenin gıkı çıkmıyor.

Kardeşim, Türkiye sanayisini kaçak Suriyeliler mi kurdu diyorsun, koro halinde üstüne çullanıp, “ırkçısın” diyorlar.

Arap hayranı Akp milletvekilinin “Türk ırkı yok” demesi, Türk vatandaşları yerine kaçak Suriyelileri savunması ırkçılık olmuyor, senin bu saçmalığa itiraz etmen “ırkçılık” oluyor.

(Kaçak göçmen ordularını zaten ülkelerine sokmuyorlar ama, İngiltere'de mesela, İngiliz yoktur diyebilir misin? İngiltere kraliçesi Japon mudur? Almanya'da Alman yoktur, İtalya'da İtalyan yoktur, Fransa'da Fransız yoktur diyebilir misin? Türkiye'de Akp milletvekili bunu diyor, sonra bize “ırkçı” diyorlar!)

Ülkesindeki kadınları çocukları Taliban'a bırakıp kaçan, Türkiye'ye kaçak olarak giren, CIA maşası Afgan gazeteci, youtube videosu yayınlıyor, Bolu halkı tarafından demokratik yollarla seçilmiş Bolu belediye başkanı Tanju Özcan'a “şerefsiz” diyor, Türk kadınlarına “çıplak karılar” diyor, Türk kadınlarının beş kuruş karşılığında memelerini gösterdiğini söylüyor… Kendi vatanını bırakıp kaçan korkak Suriyeli, Türkiye'yi Chp'ye bırakmamak gerektiğini söylüyor, sosyal medyadan çağrı yaparak, Türkiye'deki Suriyelileri Chp'lilere karşı kışkırtıyor, kimseden çıt çıkmıyor.

Bu cibilliyetsiz yavşaklara kimse hesap sormayacak mı, biz bu kadar onursuz bir devlet miyiz diye soruyorsun, koro halinde üstüne çullanıp, “ırkçısın” diyorlar.

Taa en başından beri toplumu uyaran Profesör Ümit Özdağ'a sosyal medya üzerinden küfreden kaçak Suriyeli'ye -herhalde ödül olarak- Türk vatandaşlığı veriliyor, herkes sessizce seyrediyor.

Böyle kepazelik olur mu diyorsun, burnuna doğru parmağını sallayarak “ırkçısın” diyorlar.

İki kaçak Suriyeli, başkent Ankara'nın göbeğinde, parktaki elektrik direğini tekmeliyor, bunu gören iki gencimiz “yapmayın” diye uyarıyor, vay sen misin uyaran, kaçak Suriyelilerden biri bıçağı çekiyor, ikisini birden deşiyor, göğsünden darbe alan 18 yaşındaki Emirhan ölüyor, 18 yaşındaki Ali Yasin yaralanıyor, Suriyeliler kaçıyor, bu olay gayet normal karşılanıyor, “sıradan bir sokak kavgası, üzerinde durmaya değmez” deniyor.

Mahalleli ölümün öfkesiyle sokağa iniyor, “üzerinde durmaya değmez” diyenler koro halinde bağırmaya başlıyor, “ırkçılık” diyor.

Bizim öldürülmemiz normal.

Gerisi ırkçılık yani.

Gayet açık görülüyor ki…

Kendi vatanımızda artık sadece Türk olmak suç.

Dolayısıyla…

Sınırlarımıza duvar örülmesi hikayedir.

Duvarı milletin zihnine ördüler!

“Irkçı” yaftasıyla, algı operasyonlarıyla, milleti zihin duvarlarının ardına hapsettiler, fikrini söylemeye korkar hale getirdiler, fikrini söylemeyi ayıp hale getirdiler, “susup otur, yoksa ırkçı damgasını yapıştırırız” haline getirdiler, memleketi elaleme bu sayede verdiler.

Sorunlarımızı çözmek için sınırlara duvar örmeye filan gerek yok…


Zihinlerdeki duvarı yıkalım yeter.





30 Aralık 2020 Çarşamba

BÜYÜK RESET KAPIDA DİYORLAR, PEKİ YA (RESET) ÇOKTAN ATILDIYSA?


Great Reset atılacak diyorlar, Büyük reset kapıda diyorlar, manşetlere yazıyorlar, Dünyaca ünlü Time dergisinin kapaklarını süslüyorlar, aslında zaten yapılmış olan birşeyin rüzgarıyla bile sizi korkutabiliyorlar...


Çok uzağa gitmenize gerek yok, 2018 yılının ekim ayında Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ile  yapılan 2 dakikalık kısacık bir haberi izleyiniz, şimdi her sene rutin bir şekilde yaşanan grip vakaları nerede? Her sene rutin bir şekilde görülen soğuk algınlıkları nerede? Nerede o şifayı kaptım diyenler? Neredeyse hapşıran kişiyi çekip alnından vuracak bir noktaya getirildik, algımız değişti, düşüncelerimiz değişti, bakış açılarımız değişti, yeni şeyler öğrenmek yerine eski bildiklerimizi hızla unutur ve format atılır olduk, RESET yapıldı ve Akıllar nadasa verildi, bilinçler uykuya yatırıldı, yeni düzene uyum sağlayamayıp gözleri açık kalanlar komplocu, bilim düşmanı, aşı karşıtı, hain mendebur ve dinsiz ilan edildi, oysa ki hepimiz yıllardır zaten din çalışmıyormuyduk? Soru biyolojiden gelince neden topyekün dinsiz ilan edildik? 

Az bilinen gerçeklerin daha çok kişi tarafından bilinmesine vesile olmak günümüzde çok itibar gören birşey değil ama yinede konumuzun odak noktası olduğu için bahsetmem gerekiyor:

GRİP OLUNCA NEDEN ŞİFAYI KAPTIN DERİZ?

Bu işte bir terslik var gibi değil mi? 

Hayır terslik falan yok, grip olmak gerçekten “şifalanmak” anlamına geliyor.

Aslında GRİP; Metabolizmanın ana organları, yani kalp ve beyni tehdit edecek kadar dolması sonucu kendini temizlemek için tüm vücudu kontrollü çalıştırması demektir. 

Gribin bizi yatak döşek yatırmasının sebebi aslında vücudun ''yaşam destek sistemi hariç'' geriye kalan tüm enerjisini bu temizlik esnasında maksimum kapasiteyle kullanmasından kaynaklanmaktadır.

Grip sırasında vücut;

HALSİZLİK YAPARAK; Vücudun harekete ayırdığı enerjiyi toksin yakımına yönlendirir. Bu sebeple gripken bolca dinlenin ki temizlik rahatça yapılabilsin.

İŞTAHI KESEREK; Sindirim organlarındaki kireçlenme, iltihaplanma, iç zar ve kaslardaki (ağız, mide vs.) bakım onarımı sağlar. Sindirim yerine onarımla ilgilenmesi gerektiği için metabolizmayı besin girişine kapatıyor.

ÖKSÜRÜK, BALGAM VE GENİZ AKINTISI YAPARAK; Beyne giden tüm üst solunum yollarını temizliyor. Bunun engellenmesi, içeride toksik atık kalması anlamına gelmektedir.

İSHAL YAPARAK; Beyninizden aşağıya doğru inen tüm toksinleri boşaltım yolu ile atıyor ve bağırsakları onarıyor.

Grip olmak güçsüz düşmek değil, güçlenmek için imtihan vermektir aslında. Hemen ilaca sarılıp panik yapmayın...

O anda vücudumuzun tek ihtiyacı ise ilaçlarla engel olunması yerine, bol dinlenme ve sıvı tüketimi ile desteklenmektir.

Atalarımız tüm bunları biliyormuş ve onun için grip olanlara ŞİFAYI KAPTIN demeyi tercih etmişler.........

Neredeyse her konuda işi ustasından öğrenmeniz çok önemlidir,

Bu konuyla ilgili size Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta'yı referans gösterebilirim.

 

Muhtemelen 2020 yılının son paylaşımını yapıyorum, Hepimiz 2021 ye merhaba demeye hazırlanırken çoğumuz ''Birtakım insanlar tarafından bedbahtlaştırılmış'' yıldan çıkıp bir sonraki yıla girmenin sevinç, coşku ve heyecanını yaşayacağız, Müslüman noel kutlamaz diyen bir kesiminde beni takip ettiğinin farkındayım o yüzden küçük bir dipnot düşmek istiyorum, Noel tarihi 25 Aralıktır, 31 aralık gecesi ise eski yıla veda, yeni yıla merhaba anlamına gelmektedir, ''ÖYLE DEĞİL AMA'' diyelim ki İsa'nın doğum günü kutlanıyor, Hz. NUH'un aşuresini, Hz. İBRAHİM'in kurbanını kutlayan bir inanç sistemi ALLAH'ın yolladığı bir başka peygamber olan Hz. İSA'yı neden dışlasın? Bu konudaki yaygın görüşün kaynağını hiç sorguladınız mı? Lütfen Sorgulayın ve bir an evvel gözünüzü açın...    

Eskiden Çin’de, idam mahkûmlarının son gecelerini hep birlikte neşe içinde geçirmelerine izin verilirmiş. Mahkûmlar, cellât da aralarında olmak üzere, hep birlikte sabaha kadar şarkılar söyler, en sevdikleri yemekleri yer ve pirinç rakısı kadehlerini peş peşe yuvarlayıp mutlu olurlarmış. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, cellât, ansızın hareketlenip palasını çeker ve hafiften çakırkeyif mahkûmların kellesini, tırpanla başak biçer gibi alıverirmiş.

Yine böyle bir infaz ayininde, mahkûmlar, sabahın ilk ışıklarına kadar pek güzel eğlenmişler, şarkılar söyleyerek yiyip içmişler. Derken güneşin ilk ışıkları dağların arasından görünmüş. Fakat hiçbir şey olmamış!

Mahkûmlardan biri cellâda sormuş: “İnfaz neden gecikti?”

Cellât, “Gecikmedi ki,” demiş.

“Fakat kellelerimiz yerli yerinde duruyor” diye diretmiş mahkûm.

“Size öyle geliyor,” demiş cellât, palasına bulaşan kanı göstermiş mahkûma.

Dehşete kapılan mahkûm, “Nasıl yani?” diye mırıldanmış.

“Ben çok hızlıyımdır,” demiş cellât.

“Ayağa kalktığın anda, kellen kucağına düşecek…”

Kıssadan hisse şu ki… Kelleniz çoktan gitmiş olabilir ! Ancak siz bunu henüz fark etmemiş olabilirsiniz… Bir şey olmuş, ama siz olan şeyi henüz idrak edemediğiniz için OLMAMIŞ GİBİ davranıyor olabilirsiniz ve kellenizin de hâlâ yerinde olduğunu sanıyor olabilirsiniz…

Anlayacağınız, GERÇEĞİ anlayabilmeniz için bir an evvel ayağa kalkmanız gerekiyor....

Dimitrov Tesla 30 Aralık Çarşamba 2020