25 Ocak 2019 Cuma

44 ABD BAŞKANININ DA AYNI SOYDAN GELMESİ TESADÜF MÜ?




Sadece 34 tanesi , Frankların  sekizinci yüzyılda yaşamış acımasız Kral Charlemagne’ ın soyundan gelmektedir.  Bunlardan 19 tanesi doğrudan İngiltere Kralı III. Edward’ın   soyundan gelmektedir. . Kraliyet soyundan gelen her Amerikan başkan adayı seçimleri kazandı.
“Bu bilgiler Londra merkezli aristokrat şeceresini bulunduran Burke Lordluğundan geliyor.
*Abd nin 4.Başkanı James Madison ve ABD’nin 12.Başkanı Zachary Taylor akrabadır.
*ABD’nin kurucusu George Washington ve Zachary Taylor akrabadır.
*ABD’nin 8.Başkanı Martin van  Buren ve yine bir Abd başkanı Theodore Roosevelt akrabadır.
*ABD’nin 8.Başkanı Martin van Buren yine bir Abd Başkanı Franklin Roosevelt ile akrabadır.
*ABD’nin kurucusu George Washington ve  Bill Clinton çok yakın akrabadır.
*12.Başkan Zachary Taylor ve yine bir başkan Franklin Roosevelt akrabadır.
*ABD başkanı James Garfield ve George Bushun babası Başkan George H.Bush akrabadır.
*ABD başkanlarından Hary Truman ve Barack Obama akrabadır.
*George Bush ve Barack Obama uzaktan kuzendir.
*Theodore Roosevelt ve Franklin Roosevelt akrabadır.
*George Washington ve ABD başkanlarından Aaron Burr akrabadır.
daha bir çoğunu bulabilirsiniz şimdi ünlü kişilerle başkanların akrabalıklarına geçelim
*George Washington ve II.Elizabeth akrabadır.
*Abd başkanlarından  Carter ve Elvis Presley  akrabadır
Amerika 1776 yılında Avrupa monarşilerine karşı bağımsızlığını ilan etti, nasıl her başkan Avrupalı hükümdarlar soyundan olur diye sorulabilir? İngiliz ve Fransız kraliyet soyundan üyelerini seçme ihtimali nedir? Başkanların demokratik seçildiklerini söylendiği  takdirde…
“Amerika her zaman  İngiltere ve Avrupa’nın aynı kraliyet aileleri tarafından idare edildiğini sözde  bağımsızlık savaşları sırasında mağlup olanlar arasında olduğu gibi geleneksel tarih devletleri olarak bilinir  “-Michael Tsarion,” Astrotheology ve Sideral Mitoloji “
New England Historical Genealogy Society,  Burkes Peerage, the Roman Piso Homepage ve diğer güvenilir kaynaklardan  David Icke, Michael Tsarion ve Fritz Springmeier gibi araştırmacılar bu kraliyet ve başkanlık kan bağını belgelediler.  Başkanlık soy ağacında 44 başkanın Windsor-Bush  kan bağını veya 13. Illuminati kan bağını, ''Merovingian'' bağı ile   aynı genel soyu paylaştıklarını görebilirsiniz.
Demokratların siyahi adayı Barack Obama, Hollywood'un yakışıklı aktörü Brad Pitt ile uzaktan kuzen.

Rakibesi eski first lady Hillary Clinton'ın ise Brad Pitt'in eşi Angelina Jolie ile akrabalık bağı bulunuyor. Obama ve Pitt 1769'da ölen ortak bir akrabaya sahipken, Hillary, Angelina'nın ikinci göbekten kuzeni ve 1718'de ölmüş ortak bir akrabaları bulunuyor.

Anne tarafından Fransa-Kanada kökenli olan Clinton'ın ünlü akrabaları bununla da kalmıyor. Zira kadın siyasi ünlü şarkıcılar Madonna, Celine Dion ve Alanis Morissette'in yanı sıra Britanya Prensi Charles'ın eşi Camilla Parker-Bowles ile de uzaktan kuzen çıktı.
Yüzlerce yıldır süregelen bu akrabalık bağı bir tesadüf olamaz. New England Historic Genealogy Society Gary Boyd Roberts ( soybilimci ) ” “Amerikan Başkanlarının Ataları.” kitabında George W. Bush, kendisi doğrudan George Washington Millard Fillmore, Franklin Pierce dahil olmak üzere 16 eski ABD başkanları ile kan bağına sahiptir ve bu bağları takiben Abraham Lincoln, Ulysses Grant, Rutherford B. Hayes, James Garfield, Grover Cleveland, Teddy Roosevelt, William H. Taft, Calvin Coolidge, Herbert Hoover, Franklin D. Roosevelt, Richard Nixon ve Gerald Ford.
Bush, Arnavutluk kralı ile yakından ilişkilidir ve İngiliz kraliyet ailesinin her üyesinin  Windsor House ile bir akrabalığı vardır.
Amerika’nın sahte siyasi ikiyüzlülükleri her seçimde perde arkasından hamlelerini yapıyor ve her adayların ikisini de kan bağının bozulma ihtimali olmayacak üyeler seçiliyor, eski hükümdarlar demokratik bir seçim kisvesi altında tahtlarını ve buna bağlı olarak iktidarlarını garanti altına alıyorlar. Önceki dönemde 1996 yılındaki “Demokrat” Bill Clinton ile “Cumhuriyetçi” Bob Dole, ikileminde Clintonu un kuzenini mağlup etmesinde yine  aynı taktik uygulanmıştır.
“Hatta 1996 seçimlerinde birbirlerine ‘karşıt’ Bill Clinton ve Bob Dole, uzak kuzenlerdir.  Clinton'da Dole’dan  daha çok kraliyet kanı vardır ve doğrudan Windsor, İngiltere’nin 1227-1273 arasında  hüküm süren Kral Henry III,’nin soyundan gelir, Seçim sonucunda karar merciileri kan bağına önem verir. Kaynak: “-David Icke,” Büyük Sır “(191-192)
Windsor-Bush kanbağında dönen Avrupalı / İngiliz kökeni, Amerikan başkanlarına ulaşır ve iş burada bitmemektedir. İncelenmeye devam edildiğinde, Roma imparatorlarına, Babil krallarına ve kaydedilen tarihin başlangıcınaki Mısır firavunlara kadar konu ulaşmaktadır.
Marie Antoinette ve XVI Louis’ten XVI. Louis, XII. Charles, IVI. Henry, VI. Philip, II. Robert ve birçok monarşiyle Fransız Tarihinde devam eder. Fransız Tarihi’nde Medici ailesi ve Castile Kraliçesi Isabella, İspanya Kralı Ferdinand ve Lorraine Hanedanı’yla birlikte Columbus’un Yeni Dünya’ya seferini destekleyen Fransız Kraliçe Catherine de  yer tutar. Kraliçe Isabella ve Kral Ferdinand aynı zamanda Hıristiyan olmayı reddeden milyonlarca insanın ölümüne neden olan 350 yıllık İspanya Engizisyon Mahkemeleri’ni açmış yöneticiler iken Lorraine Hanedanlığı’ndan Duke Godfroi de Bouillon ise ilk haçlı Kudüs Kralı’dır.
“Baba Bush ve eşi Barbara Bush, Godfroi de Bouillon’un soyundan gelmektedirler. Godfroi de Bouillon Avrupalı asilzadelerin Kudüs’ü başarılı bir haçlı seferiyle müslümanlardan alınmasına yol açmış ve Harem’üş-Şerif’teki saraya taşınmıştır. Godfroi de Bouillon Kudüs’ün ilk kralı ve İlluminati’nin soydaşları için önemli bir bölge olan Lower Lorraine Dükü’dür. George W. Bush İslami terörizme karşı haçlı seferi başlatmakla ilgili konuştuğu zaman, bu aslında bir dil sürçmesi değildi…  David Icke “Alice Harikalar Diyarında ve Dünya Ticaret Merkezi Felaketi – Alice In Wonderland and the World Trade Center Disaster”
“Baba George ve eşi Barbara [Bush], 1099 yılında başarılı bir haçlı seferiyle ele geçiren Godfroi de Bouillon’ın torunlarıdır . İlluminati soyundan gelmektir.
İngiliz bağına baktığımızda Prens William ve Harry, Prens Charles' ın soyu,  Kraliçe Elizabeth II, King George VI ve V, King Edward VII, Kraliçe Victoria, King Edward III, II, I ve Kral George III, II  şeklinde gider I. İncilin şimdi en çok okunan versiyonunu bastıran Kral I. James’ten geçer. James Mary Stuart, Kral Henry III, II, I, geri Roma İmparatorluğu’nun altında Plantagenet ve Habsburg hanedanlarının Kral John (Magna Carta’yı imzalayan) ve daha öncesinde Diğer dallar İskoçya, Avusturya, Almanya, İspanya, İsveç ve hatta Meksika’ya kadar uzanır.
“Bu aynı bağlar da Galloway Lordlar ve Comyns gibi kilit İskoç ailelerini kapsamaktadır; Napoleon Bonaparte Avusturya Marie-Louise; Kaiser Wilhelm II ile evlendi.  Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya kralı; ve Açık ve üzerinde 1867 yılında vefat Maximilian, Meksika Habsburg imparatoru, Bu Bloodline (Kan bağı)’ın Kral Juan Carlos İspanya ve Hollanda, İsveç ve Danimarka kraliyet hatları da dahil olmak üzere Avrupa’daki her hayatta kalan kraliyet ailesini içine alır”-David Icke,” Windsor-Bush Bloodline “
Habsburglardan önce Lorraine ve Charlemagne Ev Merovingians aslen Fransa ve Kuzeybatı Avrupa’ya soyunu getirdi (Meroveus / Merovee) idi. M.S 4. yüzyılda Roma İmparatoru Konstantin, bir Hristiyan Devleti haline gelen Roma İmparatorluğu’nun geçişinde başlatılan ve İznik ilk Konseyi başkanlık ilk sözde Hristiyan imparator olarak geçti . Onları Herod’un İncili  ün yapmış Büyük ve Ptolemy XIV, en tanınmış Roma İmparatoru Julius Caesar oğlu gelmeden önce. Sezar aslında Kleopatra, en tanınmış Mısırlı Kraliçe ile kan bağı için evlendi. Daha öncesinde aynı soyu Büyük İskender  bize getiriyor:
Bu ortak kan bağındaki parçalardan birisi Makedonya Kralı Philip ( Isadan once 382 – 336 ) Olympias ile evlenir. Oğullari Büyük İskender ( İsadan önce 356 – 323 ) birçok ülkeyi talan eder. Bu ülkeler arasında Yunanistan, Suriye, Mısır, Farslar ,Finike ve Babilliler var. Eski Sümer ve Hindistan da vardı. Fakat Büyük iskender 33 yaşında Babil’de öldü. İskender Mısır’ı yönetirken bir şehir bulur ve şehrin adı İskenderiye olur.. bu antik şehir ezoterik bilginin merkezidir. İskender yunan filozof Aristo Tales tarafından eğitilmiştir. Aristo’nun eğitmeni Eflatun ve  Eflatun’u ise Socrates eğitmistir. “Windsor bush bloodline” yani Windsor Bushun kan bağı iskender , Nebuchadnezzar IV, III ve diğer Babil krallığından daha da eskiye gitmektedir ve bu kan bağı antik Afrika kralları, Mısır Ramses II, I, Tuthmosis IV, III, II, I, Amenhotep III, II, I, krallarına kadar uzanmaktadır. Bu çağ içinde krallar , kraliçelere , imparatorlar ve firavunlar kendi aralarında evlilik kurarak kendi kan bağlarını koruyup büyüttüler. Bu krallar insanlığı tarihin başlangıcından bu yana kontrol ettiler  ve kendilerine tanrılar tarafından ilahi bir hak verildiklerine inanıyorlardı. İnançlarına göre bu ilahi hakka  sadece aynı kan bağından olanlar sahip olabilmektedir.
Günümüzde İngiltere’de devleti yöneten yani Kraliçe Elizabeth’in başta olmasının tek sebebi kral ve kraliçe bağlarının olması yüzündendir. yani bir kraliyet düzeninin var olması ve aşamalı bir şekilde çalışması bu ilahi hakka sahip olanların hükmetmesinin sebebi ilahi olduklarından değil her şeyin kan bağına ve gerçek kökenlerinin nerden geldiğine bağlı ve çoğu kendilerini antik tanrıların dünyasından indiklerini iddia ediyorlar. Kraliyet aileleri sürekli olarak birbirleriyle evlendi ve bu birleşim antik zamana kadar uzuyor. Birleşmenin tek sebebi hepsi ayni dna’ya sahip olup ve onu devam ettirmek icin fakat bu DNA bağı dışarıdan birisinin gelerek bozulmasına sebep olur. Ne kadar ilginç ki İlluminati ailelerin bu işlemi bugüne kadar sürdürüyor. Kraliyet kan bağı “ilahi” olanlar yani Sümerler, Babil ve indus vadisi avrupaya kadar uzandi ve onlarda kraliyet ve soylu oldular. Bu aileler dünyanın birçok kıtasını yönettiler ve bunlar İngiliz İmparatorlugu, Fransa , Belçika,Hollanda ve Almanya. Daha sonra insanlar bu sisteme meydan okuyup reddettiler. Çünkü çoğu diktatörlüğü ve kraliyet kan bağı olan bir kimse tarafından yönetilmek istemedi ve bu yüzden bu aileler artık yeraltında gizli bir şekilde faaliyet göstermeye başladılar Ve buna benzer hikayeyi dünyanın bir çok yerinde bulabilirsiniz. Zulu ulusunun ünlü tarihçisi Credo Mutwa bana dedi ki nasıl bu kadar siyahi Afrikali lider sömürge ustaları tarafından başa getirildi. Çünkü onlarda Afrika kral ve kraliçeleri kan bağlarını taşıyıp onlarda beyaz tanrıların bir parçasından olduğu için.
https://www.youtube.com/watch?v=aMFuziVsB1g
Dimitrov TESLA
Kaynak : David Icke eserleri & Extrembilgi'den Alıntılar & Derleme ve çeviriler. 



23 Ocak 2019 Çarşamba

SEVGİ EKSİKLİĞİ VE BUNA BAĞLI TERCİHLERİN SONUÇLARI



HERGUN DEFALARCA KEZ SEÇİM YAPMAK ZORUNDA KALIYORUZ, ÇOĞU ZAMAN VİCDANIMIZ İLE MANTIĞIMIZ BENLİĞİMİZE FARKLI KOMUTLAR GÖNDERİYOR, BİR YANIMIZ SEVGİNİN YOLUNU SEÇERKEN DİĞER YANIMIZ ÇIKARLARIMIZI KORUMAMIZ GEREKTİĞİNİ SAVUNUYOR, BAZEN OLMASI GEREKEN TERCİHE KARAR VERİYORUZ, BAZEN DE SEÇMEK ZORUNDA OLDUKLARIMIZI BENİMSİYORUZ...

HER BİREY KARŞISINA ÇIKAN BİR OLAY KARŞISINDA EN AZ 3 DÜŞÜNCE BİÇİMİ ARASINDA SEÇİM YAPMAK ZORUNDA KALIYOR, KARŞILAŞTIĞIMIZ DURUMA OLUMLU BAKMAK & OLUMSUZ BAKMAK YADA NÖTR KALMAK, BU SEÇENEKLER KİŞİNİN TİTREŞİM VE BİLİNÇ SEVİYESİNE GÖRE ÇOĞALABİLİYOR YADA AZALABİLİYOR, KİMİSİ SALINIMINA GÖRE ÇARESİZLİK YADA KORKUNUN ÇEŞİTLİ BOYUTLARI ARASINDA DUYGUSAL GEÇİŞLER YAŞAYABİLİYOR KİMİSİ İSE KENDİ ÖZÜNDEKİ SEVGİNİN YADA NEFRETİN İÇSEL YOĞUNLUĞUNA GÖRE OLAYLARA ''FARKLI SEVİYELERDE'' POZİTİF YADA NEGATİF TEPKİLER VEREBİLİYOR.

ÖRNEĞİN 6 YIL BOYUNCA EVLİ KALMIŞ VE 2 MUHTEŞEM ÇOCUĞU DÜNYAYA GETİRMİŞ BİR ÇİFT, ZAMAN İÇERİSİNDE OLUŞAN SEVGİ EKSİKLİĞİ VE GİDEREK ARTAN ANLAŞMAZLIK VE TAHAMMÜLSÜZLÜKLER SEBEBİYLE YOLLARINI AYIRMAYA KARAR VEREBİLİYORLAR. BU AŞAMADA EVLİLİKLERİNİ KURTARABİLMENİN HİÇBİR YOLU KALMAMIŞSA EĞER GERİYE GENELLİKLE İKİ SEÇENEK KALIYOR, ANLAŞARAK AYRILMAK YADA BİRBİRİNE DÜŞMAN OLMAK. EŞLERDEN BİR TANESİNİN YÜREĞİNDE SEVGİ EKSİKLİĞİ VARSA EĞER NE YAZIK Kİ BU EKSİKLİK YERİNİ NEFRET İLE DOLDURUP KARANLIĞIN AKMASINA VESİLE OLABİLİYOR, EĞER 2 YÜREĞEDE KARANLIK BİRİKMİŞSE DURUM ÇOK DAHA VAHİM OLABİLİYOR, MUTLU GÜNLERDE PAYLAŞILAN ÖZEL ŞEYLER ADETA BİR KOZA DÖNÜŞÜP TEHTİD VE ŞANTAJ UNSURU OLABİLİYOR, BİREYLER NEFRETLERİYLE ÇİRKİNLEŞİYOR, ÇİRKİNLEŞTİKÇE SALDIRGANLAŞIP KONUYU KİŞİSELLEŞTİRİYOR VE NEFRETİN YARATTIĞI ŞUURSUZLUK VE KÖRLÜK HALİYLE FARKINDA OLMADAN KARANLIĞA HİZMET EDEBİLİYORLAR, HER DURUMDA EN ÇOK ZARAR GÖREN NE YAZIK Kİ AŞKLARININ MEYVELERİ OLUYOR, ENERJİSEL ANLAMDA ORTAYA ÇIKAN OLUMSUZ FREKANS ÇOCUKLARININ DNA LARINA KADAR İŞLİYOR VE ZAMANI GELDİĞİNDE DIŞARI ÇIKMAK VE KARANLIĞI TEKRAR TEKRAR YAYABİLMEK İÇİN ADETA PUSUYA YATIYOR... (SONSUZ KAOS İŞTE BURADA YUVA YAPIYOR)    

BUNUN OLMASINI ENGELLEMEK İÇİN İLK BAŞTA YAPTIĞIMIZ SEÇİMLERDE DİKKATLİ OLMALIYIZ, KARARLARIMIZI VERİRKEN BİZE GELEN SİNYALLERİN VİCDANIMIZDAN MI YOKSA EGO MUZDAN MI GELDİĞİNİ ÇOK İYİ KAVRAMALIYIZ, İLETİŞİM KURMAK KADAR SESSİZLİĞİN ÖNEMİNE DE VAKIF OLABİLMELİ VE KARŞIMIZDAKİNİN NE SÖYLEMEYE ÇALIŞTIĞINA EMİN OLANA KADAR GEREKİRSE CEVAP VERMEMELİYİZ. BİZLERİ SEVGİ YOLUNDAN ÇIKARTIP NEFRET YOLUNA SOKAN O YOL AYRIMI NE YAZIK Kİ KESKİN BİR VİRAJ DEĞİLDİR, ÇOĞU İNSAN SEVGİNİN YOLUNDAN AYRILDIĞINI ANLADIĞINDA ARTIK VAKİT ÇOK AMA ÇOK GEÇTİR.
BİR AĞACI SEVMEK BİR KÖPEĞİ SEVMEK KADAR DEĞERLİDİR, AYNI ŞEKİLDE BİR ÇİÇEĞİ SEVMEK BULUTU SEVMEK GİBİDİR, BİR KEDİYİ SEVİYOR FAKAT SEBEPSİZ YERE BİR İNSANDAN NEFRET EDİYOR İSEN YOL AYRIMINI ÇOKTAN GEÇMİŞSİNDİR VE SİLKELENMENİN & İÇİNDEKİ NEFRETTEN KURTULMANIN ZAMANI ÇOKTAN GELMİŞTİR.

İÇİNİZDE ANLAM VEREMEDİĞİNİZ BİR SIKINTI VARSA EĞER İŞTE O DUYGU KALBİNİZE YUVA YAPMIŞ OLAN NEFRETİN ETERİK AĞIRLIĞIDIR, NE YAZIK Kİ BU İSTİSNASIZ TÜM İNSANLARDA ZAMAN ZAMAN ORTAYA ÇIKMAKTA VE ÖNLEM ALINMAZSA BİR KANSER VİRÜSÜ GİBİ YAYILIP ETRAFA BULAŞABİLMEKTEDİR, BU HİSSİYATI FARKETTİĞİNİZDE İSTERSENİZ BİR ŞARKI MIRILDANIN, DİLERSENİZ DANS EDİN, UYGUNSANIZ VE DOĞADAYSANIZ TOPRAĞA ÇIPLAK AYAKLA BASIN, MÜSAİTSENİZ VE YAKININIZDA BİR KEDİ & KOPEK VARSA ONCE GÖZ GÖZE GELİP BAKIŞLARINIZLA TEMİZ BİR ŞEKİLDE KALBİNE DOKUNUN, ARDINDAN BAŞINI OKŞAYIP SEVGİ FREKANSINI ONUNLA PAYLAŞIN, EN TEHLİKELİ VE SALDIRGAN KÖPEKLERİ BEN BU YÖNTEMLE BİRÇOK DEFA SEVDİM VE SAKİNLEŞTİRDİM, UNUTMAYIN NEFRET DE, SEVGİ DE BULAŞICIDIR... BUNLARDAN HİÇBİRİNİ YAPAMIYORSANIZ GÖKYÜZÜNE BAKIN VE KISA BİR SÜRE BULUTLARI TAKİP EDİN, PAYLAŞMAYA ÇALIŞTIĞINIZ FREKANSIN İÇERİSİNDE EĞER BİRAZ OLSUN SEVGİ VARSA O ENERJİ HIZLI BİR ŞEKİLDE BİR ÇIĞ GİBİ BÜYÜYECEK VE KARANLIĞIN KALBİNE İVEDİLİKLE IŞIK OLACAKTIR...

 BAZEN İNSAN KENDİ KENDİNE ŞU SORUYU SORAR: ''BU OLAY NEDEN BENİM BAŞIMA SIKLIKLA GELİYOR''  BUNUN CEVABINI BİR TÜRLÜ BULAMAZ VE KENDİNİ ÇIKMAZDA HİSSEDER, BÖYLESİ DURUMLARDA AKLINIZA ŞU CEVABI GETİRMENİZ GEREKMEKTEDİR: ''EVREN SANA O DERSİ ÖĞRENENE KADAR TEKRAR TEKRAR SUNAR'' ... DUYGUSAL HAYATINIZDAKİ ŞANSSIZLIKLARINIZ, PARA İLE OLAN İMTİHANINIZ, KARİYER ENDİŞELERİNİZ, AİLEVİ PROBLEMLERİNİZ, SAĞLIK ENDİŞELERİNİZ, GELECEK KAYGINIZ, KABULLENMEME KORKUNUZ,  SEVGİ VE EMPATİ EKSİKLİĞİNİZ, TOPLUMSAL DIŞLANMA KAYGINIZ VE BUNUN GİBİ ENDİŞELERİNİZ NE YAZIK Kİ ÇEKİM YASASI GEREĞİ BU KORKULARINIZIN GERÇEK OLMASINI SAĞLAYABİLİR, BU KORKULARINIZI YENMENİN TEK YOLU İSE SEVGİ FREKANSINDAN GEÇMEKTEDİR...

SEVGİ EKSİKLİĞİ FİZİKSEL HASTALIKLARIMIZIN DA BAŞLICA SEBEPLERİNDEN BELKİ DE EN ÖNEMLİSİDİR, ÇOĞUNLUKLA BAŞLANGIÇ YADA YAYILMA AŞAMASINDA HASTALIK ''SEVGİ EKSİKLİĞİNİ'' FIRSATA ÇEVİRİR VE SİZE ADETA FİZİKSEL OLARAK MUSALLAT OLUR. HELE BİRDE GÜN İÇERİSİNDEKİ SU TÜKETİMİNİZ İHTİYACINIZDAN AZ İSE O ZAMAN ADETA HASTALIĞA DAVETİYE ÇIKARMIŞSINIZDIR:
BAŞ AĞRISININ SEBEBİ ''ÇOĞUNLUKLA STRESS''
KRONİK BOYUN AĞRISI ''KİN VE AFFEDEMEME DÜRTÜSÜ''
OMUZ AĞRISI ''SUÇLULUK DUYGUSU''
SIRT AĞRISI ''SEVİLMEDİĞİNİ DÜŞÜNME''
BEL AĞRISI ''MADDİ KAYGILAR''
EL AĞRILARI ''KENDİNİ AFFEDEMEME''
KALÇA AĞRISI ''DEĞİŞİME DİRENME''
DİZ AĞRISI ''YÜKSEK EGO''
BACAK AĞRISI ''KENDİNE GÜVEN EKSİKLİĞİ''
AYAK AĞRISI ''KÖTÜMSERLİK VE UMUTSUZLUK'' DUYGULARINI YOĞUNLUKLA YAŞAYAN BİREYLERDE DAHA SIK GÖRÜLMEKTEDİR.

ELBETTE Kİ FİZİKSEL DÜŞMELER VE YARALANMALAR, GEÇİRİLEN KAZALAR, BESLENME BOZUKLUKLARI, IRSİ FAKTÖRLER, YANLIŞ İLAÇ KULLANIMI, DOKTOR TAVSİYESİNİN FARKLI OLDUĞU TIBBİ DURUMLAR BENİM YAZDIĞIM ÖRNEKLER İÇİN DEĞİŞİKLİK GÖSTEREBİLİR, FAKAT BEN SİZE BURADA ECZANEDEN ALABİLECEĞİNİZ BİR İLAÇ TAVSİYESİ VERMİYORUM, BEN SİZE HAYATINIZDAKİ EKSİK OLAN SEVGİYİ TEKRAR GÜNDEMİNİZE ALIRSANIZ NELERİN DEĞİŞEBİLECEĞİNİ GÖSTERMEYE ÇALIŞIYORUM...

BİR ŞAMAN ÖĞRETİSİ ŞÖYLE DER:
DOĞADA HİÇBİRŞEY KENDİSİ İÇİN YAŞAMAZ, 
NEHİRLER KENDİ SUYUNU İÇEMEZ, 
AĞAÇLAR KENDİ MEYVELERİNİ YİYEMEZ, 
GÜNEŞ KENDİSİ İÇİN ISITMAZ, 
AY KENDİSİ İÇİN PARLAMAZ, 
ÇİÇEKLER KENDİLERİ İÇİN KOKMAZ, 
TOPRAK KENDİSİ İÇİN DOĞURMAZ, 
RÜZGAR KENDİSİ İÇİN ESMEZ, 
BULUTLAR KENDİ YAĞMURLARINDA ISLANMAZ, 
DOĞANIN ANAYASASINDA İLK MADDE ŞUDUR, 
HERŞEY BİRBİRİ İÇİN YAŞAR, BİRBİRİ İÇİN YAŞAMAK DOĞANIN KANUNUDUR... ESKİ ÇAĞLARDAN SÜREGELEN BİR ANLAYIŞTIR BU, BÜTÜNLÜĞÜ ANLATIR, ÖZÜ İKİ CÜMLEDİR;

BEN ''BİZ'' OLDUĞUMUZ ZAMAN, BEN OLURUM
BEN ''BEN'' OLDUĞUM İÇİN SEN, SENSİN...

TÜM İNSANLIĞA SORUYORUM: ÖYLEYSE BU BENCİLLİK NEDEN? BU KİN, BU NEFRET, BU SALDIRGANLIK DUYGUSU, BU ZARAR VERME GÜDÜSÜ ''BU EGO'' ???
BAŞKASINA YAPTIĞINI SANDIĞIN KÖTÜLÜĞÜN ASLINDA DÖNÜP DOLAŞIP SENİ BULACAĞINI NE ZAMAN İDRAK EDECEKSİN?

AYNANIN KARŞISINA GEÇİP KENDİYLE KAVGA EDEN BİRİ, DİĞER İNSANLARA NASIL MANTIKSIZ GELİYORSA, KENDİ ÖZÜNÜ, TİNSEL REHBERİNİ KARŞISINA ALAN BİREYİN SARFETTİKLERİ ÇİRKİN SÖZLER DE EVREN İÇİN O KADAR ANLAMSIZ VE GEREKSİZDİR...

KİŞİNİN  OLGUNLUĞU TEPKİLERİNİ KONTROL EDEBİLMESİYLE DOĞRU ORANTILIDIR, SARFETTİĞİ CÜMLELER İSE HER ZAMAN ''DÜŞÜNCE AŞAMASINDAKİ'' BEYNİNDEN SÜZÜLÜP & YÜREĞİNDEN BİR AKARSU GİBİ DIŞARIYA DÖKÜLÜR. 

AKARSU KİRLENMİŞSE VE ONU TEMİZ TUTMAK SENİN ELİNDEYSE EĞER, KİRLETENE DEĞİL ONU TEMİZ TUTMAYANA ODAKLANMAN GEREKİR... 

HAKSIZLIĞA UĞRADIĞINI DÜŞÜNÜYORSAN EĞER NEFRET ETTİĞİN KİŞİDEN ÖNCE İLK ETAPTA ''KENDİNİ'' SORGULA.

UNUTMA: RÜZGAR ESMEYİNCE BUĞDAYLA SAMAN AYRILMAZ...

DİMİTROV TESLA...

BU MAKALEMİ ''KAYNAK BELİRTEREK'' HER YERDE KULLANMAKTA ÖZGÜRSÜNÜZ... 

19 Ocak 2019 Cumartesi

YAHUDİ NİN TOHUM OYUNU

YAHUDİ’NİN TOHUM OYUNU: Gramı altın değerinde ama bedava dağıtılıyor

YAHUDİ’NİN TOHUM OYUNU: Gramı altın değerinde ama bedava dağıtılıyor
    Malum Birilerinin Tohum Oyunu
    İsrail’in tüm dünya da oynadığı tohum oyunlarına bir yenisi daha eklendi. Dünya tohum pazarının yüzde 90’ını elinde bulunduran Yahudi asıllı Queeny ailesine ait Monsanto firması, ürettiği GDO’lu tohumlarla bütün insanlığı zehirliyor. Siyonistler dünyada milyarlarca masum halkın sağlığıyla oynarken, ABD’de kurdukları Yiddiş çiftliğinde Yahudi gençlerine doğal tarım yöntemlerini öğretiyorlar.
    Hiçbir Yahudi, Monsanto menşeili GDO’lu ürünleri kullanmazken, dünya da her 10 insandan 9’u Siyonist şirketin ürettiği genetiği değiştirilmiş gıdalarla besleniyor.
    Dünya barışının önündeki en büyük engel olan Siyonizm’in oynadığı sinsi ve vahşi oyunlarına bir yenisi daha eklendi. Uluslararası tohum rezervlerine adeta ipotek koyan İsrail, genetiği ile oynadığı ve hibritleştirdiği gıdalarla tüm insanlığı zehirlerken, kendi milletini ise Yahudi menşeili ürünlerden uzak tutuyor. Amerika’da 114 sene önce kurulan Monsanto firması, dünya tohum pazarının yüzde 90’ını elinde bulunduruyor.
    Fakat hiçbir Yahudi şirketin ürünlerini kullanmıyor. Siyonistler dünyanın değişik ülkelerinden toplanan gönüllü Yahudi gençlerine ABD’deki Yahudi Yidiş çiftliğinde doğal ve geleneksel tarım yöntemleri öğretiliyor.
    MONSANTO NE İŞ YAPAR?
    Genetiği oynanmış gıdaların birçok ölümcül hastalığa sebep olduğu bilinmesine rağmen GDO’lu gıdalara bütün ithalat izinleri eksiksiz olarak veriliyor. İnsan sağlığı ve gelecek kuşakların “temiz ve doğal gıda” hakları yerine şirketlerin kazanacağı paraların hesapları yapılıyor. Peki, bu dev pazarı kimler yönetiyor? El cevap: Siyonizm… Monsanto şirketi Yahudilerin gıda pazarını tekelinde bulunduran şirket…
    Yahudi asıllı Queeny ailesine ait Monsanto firması 1901’de Saint Louis’de küçük bir sakarin üreticisi olarak kuruldu ve zamanla dünyanın en büyük tohum üreticisi oldu. Şirketin adı son 60 yıldır türlü olaylarla sürekli gündemde. Monsanto, 1961 ve 1971 yılları arasında Turuncu Madde üretimi yaptı. Ağaçların yapraklarını tamamen döken bu madde, Vietnam Savaşı sırasında Amerikan uçakları tarafından Vietnam ormanlarını yok etmek için kullanıldı.
    Bunun etkileri bugün bile sürüyor: Vietnam’da sık rastlanan kanser vakaları, sakat doğumlar ve eski Amerikan askerlerinde görülen çeşitli sağlık sorunları… Şirket 1975 yılında ’doğada çözünen’ ve ‘çevre için yararlı’ ifadeleriyle pazarlanan çok güçlü bir herbisit olan Roundup’ı piyasa sürdü. Bu kimyasalın da çok geçmeden önemli bir zehir olduğu tespit edildi. Şirketin ürettiği birçok kimyasal madde yasaklandı.
    Bill Gates Vakfı ve Coca-Cola ile ortak faaliyetlerde bulunan şirketin net satışı ise 10 milyar doların üzerinde…
    TOHUM İNSANLIĞIN ORTAK MİRASIDIR
    Kanada, Çin, Etiyopya, Arjantin, Meksika, Bangladeş, Almanya, Fransa, Kenya ve Türkiye gibi ülkelerde resmi ya da gayri resmi olarak (yıllardır) ekimi yapılan GDO’lu tohumlar; ürünlerin lezzetini bozuyor, tozlaşma gibi yöntemlerle bazı bitki türlerini imha ediyor, birçok böcek türünü yok ediyor, bazılarını ise “kene”de olduğu gibi, ölüm makinelerine dönüştürüyor.
    Yeni kısır tohumlardan ekilen bir buğdayın başağından 16 dane elde edilebilirken, halen bir daneden en az 300 dane verebilen buğday türleri mevcut. Şayet amaç açlığa çözüm üretmekse bire 16 veren tohum değil bire 300 veren tohumların ekilmesi gerekmiyor mu? Asıl amaç: İnsanı değiştirmek, yönlendirmek ve yönetmektir.
    Bu nedenle GDO çalışmalarının reddedilmesi ve bütün canlı neslinin devamı için olmazsa olmaz doğal tohum kaynaklarının korunması bütün insanlığın ortak görevi… 1000 yıllık bir tarihi eser nasıl ki dünya kültür mirası olarak görülüyorsa nebati tohumlar da insanlığın ortak mirası olarak kabul edilmelidir.
    http://duyarlisanatcilar.com/malum-birilerinin-tohum-oyunu
    https://tammakale.com/2018/11/yahudinin-tohum-oyunu-grami-altin-degerinde-ama/?fbclid=IwAR1P5o-zaYIIepQVfhXBzrhGB2He1KnqzMF4T0tMF8qbVF_Bv0cSnU7z7fI

    https://www.google.com.tr/amp/s/www.milligazete.com.tr/amp/makale/856072/sadettin-inan/israil-tohumu

    8 Ocak 2019 Salı

    ULAŞILAN KUTSAL CEVAPLARIN EZOTERİK VARYASYONLARI




    İnsanoğlu, zeka pırıltılarını ilk göstermeye başladığı günden bu yana nereden geldiğini, ne olduğunu ve nereye gideceğini sürekli düşünmüş, cevabı bulduğunu zannettiği anda, bulduğu bu kutsal cevap için, başka bir kutsal cevaba inananlarla savaşmış, onları öldürmekten çekinmemiştir. Kitleler bu kutsal cevaplara, diğer bir deyişle dinlere, konulan kurallar çerçevesinde bağnazca bağlanırken, kutsal cevabın gerçek anlamını kendilerine saklayan ilk Ezoterik öğretinin yaratıcısı rahipler, sıradan insanların yetersiz bilgileri ile bu cevabı anlayamayacaklarını düşünerek bir sırlar sistemi oluşturmuşlardır.
    Ezoterik-Batini sırların, sadece bu sırları elde etmeye hak kazanan belli bir zümreye verilmesi, bu doktrinin hem zayıf yanını hem de, bugüne kadar ulaşıp günümüz uygarlığının oluşmasında büyük rol oynamış güçlü yanını aynı anda içine barındırır. Öğretilerin ancak belli bir eğitim ve bireysel gelişimden sonra sırlarını ortaya koyması, kitlelerden kopuk doktrinler olarak kalmasına neden olmuştur. Öte yandan, sırların semboller dili bünyesinde son derece iyi saklaması ve sembollere her çağda gelişen uygarlık doğrultusunda farklı anlamlar yüklenebilinmesi, tüm insanlık tarihi boyunca bu sırları saklayarak günümüze kadar ulaştıran kardeşlik örgütlerinin varolmasını mümkün kılmıştır.
    Bu sırlar nelerdir? Günümüz uygarlığının oluşumunda büyük etkisi olan ve çağımızın laik bir akıl çağı olmasını sağlayan bu doktrinin içeriği nedir?

    Ezoterik-Batıni doktrinler, felsefi alanda Panteizm olarak ifade edilir. Tek Tanrılı dinlerde yaradan-yaradılan ikilemi varken Panteizm’de bu ikilem yoktur. Varolan herşey Tanrıdan zuhur etmiştir ve onunla özdeştir.

    Evren ve Tanrı birdir. Tanrı yaradan değil, varolandır-ve evrenin toplamıdır. Onsuz ve sonsuz olan Tanrı, Makrokozmos’da da, Mikrokozmos’da da bulunur. Tanrısal Nurun bir cüzü olan ruh hiçbir zaman ölmez ve yegane amacı ayrıldığı ana kaynağa, yani Tanrıya dönmektir. Bunun da tek yolu, evrensel bir yasa olan evrim, yani tekamüldür.
    Aslolan ruh ve ruhun tekamülüdür. Madde onun kullanıp attığı, bir üst düzeye geçme aracı ve zaman içerisindeki varoluşunun ifadesidir. Tanrısal fışkırmanın neticesinde başlayan ve ancak ona dönüş ile son bulacak olan yaşamda insan, Tanrısal varoluşun bilinen en üst düzeydeki ifadesidir. Ruh-can-beden üçlüsünü barındıran insan Mikrokozmos’dur. Mikrokozmos, baba-ana ve oğul veya, öz-cevher ve hayat’ı kapsayan Makrokozmos’un, yani Tanrının özdeşidir.

    Ruhun tekamülünü, yani çıktığı ana kaynağa dönmesini sağlayan evrensel yasa, yeniden doğuş yasasıdır. En alt düzeydeki varoluşun ifadesi olan cansız varlıklardan, en üst düzeydeki Kamil İnsan’a kadar ruhun uluşmasını sağlayan yeniden doğuş zinciri ancak ruhun mükemmelliğe ulaşması ve Tanrıya dönmesi ile kırılabilmektedir.
    Evren, Tanrı ile özdeş olduğu ve Tanrıdan başka hiçbir varoluş bulunmadığı için, iyilik ve kötülük kavramları da Tanrının ifadeleridir. Ancak, aslolan sevgidir, iyiliktir. Tanrısal fışkırmanın bilinen en üst düzey ifadesi olan insan, iyi ve kötünün savaştığı alandır. Aslolan jyilik olduğu, evrenin tümü sevgi üzerine kurulu bulunduğu için, ancak iyi bir insanın ruhu, Kamil İnsana dönüşebilir ve Tanrı ile bütünleşebilir. Yaşamı boyunca iyi olmayanlar bulundukları düzeyde yeniden doğarlar. Kötü davranan insan ise, yeniden doğuş yasası uyarınca, tekamülün insandan bir Önceki aşaması olan hayvansal varlığa geri döner. Ne tür bir hayvan olarak doğacağı, bir önceki yaşamındaki tavırlarına bağlıdır.
    Tekamül yasası nedir ve nasıl işler? Tanrısal fışkırmanın, veya bilimsel deyimi ile büyük patlamanın (Big Bang) neticesinde cansızlar alemi meydana gelmiştir. Evrenin fizik kuralları içerisinde zaman içinde güneş sistemleri oluşmuş ve en azından bir gezegende, bizim dünyamızda, yaşamın ortaya çıkması için gerekli koşullar biraraya gelmiştir. Bu, başka sistemlerde başka yaşam tarzlarının olmadığı anlamına gelmez. Zaten, Tanrısal püskürmenin yegâne hedefinin sadece insanoğlunu meydana getirmek olduğunu iddia etmek, sadece insana has benciliğin bir göstergesi olur. Bilim adamları da bugün, milyonlarca başka gezegende daha, başka canlıların bulunabileceklerini en azından teorik olarak kabul etmektedirler. Ancak bugünkü teknolojimiz bu teoriyi doğrulamaya henüz yeterli değildir. Bu nedenle, ruhun Tanrısal Nura ulaşmasındaki son durağı Kamil İnsan mıdır, yoksa başka bir yerde daha üstün nitelikli ve Tanrıya daha yakın başka varlıklar bulunmakta mıdır, bilemiyoruz. Zaten, böyle varlıklar var ise, Kamil İnsanın bunlardan biri halinde yeniden doğması doğaldır. Artık bundan sonrası da, o varlığı ilgilendiren bir meseledir. Bu nedenle kitabımız, Kamil İnsana kadarki tekamül ile sınırlı kalmak zorundadır.

    Yapılan bilimsel araştırmalar, cansız varlıklar olarak kabul edilen kimyasal elemanların, uygun ortam bulduklarında hayatın yapı taşları olan “rna” ve “dna” moleküllerine dönüştüklerini göstermiştir. Bu moleküller tek hücreli ilk canlıları, bu canlılar da, zaman içerisinde, daha karmaşık yapılı diğer canlıları meydana getirmiştir. İlk kez Drawin ile bilimsel bir izaha kavuşan bu tekamül yasasının son aşamaları, memeli hayvanlar, maymun türleri ve son olarak da insandır.

    Peki, Tanrının bu tekamül yasasını harekete geçirmekteki amacı nedir? Bu soruya tek Tanrılı dinler ile, Ezoterik doktrinler farklı cevaplar vermektedir. Tek Tanrılı dinler, herşeyi bilen ve tek yaratıcı olan Tanrının, kendisine tapınılması ihtiyacı içinde olduğu için evreni yarattığını iddia etmektedirler. Ancak, hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrının niçin tapınılma ihtiyacı duyduğuna ve böyle bir ihtiyaç içinde olsa dahi, niçin sadece kendisine tapacak kulları değil de, tüm evreni yaratmış olduğuna mantıklı bir cevap getirememektedirler.
    Ezoterik doktrinler ise, Tanrının tek amacının kendisini daha iyi tanımak olduğunu öne sürmektedir. Tanrı, kendi bünyesindeki sonsuz varlıkların varoluş ve yaşayış deneyimleri ile kendi niteliklerinin bilincine daha çok varmakta ve daha yüksek bir bilince ulaşmaktadır. Tanrının kendini tanıma süreci içindeki birincil kaynağı, engin tecrübesi ve düşünce kapasitesi ile, insanın en üst düzeydeki temsilcisi olan Kâmil İnsandır. Bu aşamada şunu da belirtmekte fayda vardır; Tanrısal bir sudur olan insan, dolayısıyla Tanırının bir ifadesidir. Bu nedenle, insan Tanrıdır ya da “ben Tanrıyım” demek doğrudur. Ancak, Tanrı insan değildir. Tanrı, tüm varlıkların, evrenin tümü olduğu için, insan Tanrıdır demek ne denli doğru ise, Tanrı insandır demek de o denli yanlıştır.
    Ezoterik doktrinlere göre, Tanrısal bilincin artmasının en öncelikli aracı Kamil İnsan olduğu için, yegane hedef Kamil İnsanlar yetiştirmek olmalıdır. Kamil İnsanları yetiştirmek ise, ancak üst düzeyde bir öğretiyi algılayabilecek, seçilmiş insanların eğitilmesi ile mümkündür. İşte bu Kamil İnsanları yetiştirmek için binlerce yıldan bu yana çeşitli örgütler kurulmuş ve bir sırlar sistemi oluşturulmuştur.

    Bu öğretinin kullandığı dil “semboller dili” olagelmiş ve bu sembollerin, simgesel anlatımlarının imkanlarından yararlanılmış, hemen her kavimde, her millette, binlerce sene korunarak, uygarlıktan uygarlığa aktarılması mümkün olmuştur.
    Sembollerin dili ile öğretisini inisiyelerine *kuşaktan kuşağa aktaran, hakkında bilgi bulabildiğimiz ilk Kardeşlik örgütü “Naacal Kardeşliği”dir. Bu örgüt, insanlığın ilk bilinen büyük uygarlığının beşiği olan ve günümüzden 12.000 yıl önce sulara gömülen Pasifikteki “Mu” kıtasında kurulmuş bulunan yönetici rahipler örgütüdür. (1)

    Kaynakça
    1 – Churchward James, The Children of MU (MU’nun Çocukları), Londra 1931.
    *-  İnisiye: Sırlar öğretisine bir tören ile kabul edilen kişi.

    II. BÖLÜM
    MU UYGARLIĞI VE NAACALLER

    Batık Mu kıtası ve Mu uygarlığı hakkındaki bilgilerin çok büyük bir bölümü, 19. yüzyılda yaşamış olan İngiliz araştırmacı James Churchward’ın incelemeleri neticesinde gün yüzüne çıkmıştır. İngiliz silahlı kuvvetlerinde albay olan Churchward, 1880’li yıllarda Hindistan ve Tibet’te görevle bulunduğu sıralarda bu kıta hakındaki ilk bilgilen edinmiş, emekliliğinden sonra da Orta Amerika’da araştırmalarını tamamlayarak bu batık uygarlık hakkında beş eser yazmıştır.
    Churcward’ın kaynakları, Batı Tibet’te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen “Naacal Tabletleri” ile, Amerikalı Jeolog William Niven’in 1921-23 yılları arasında Meksika’da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur. (1)
    Bilim dünyası, gerek Churchward’ın ortaya çıkardığı Mu uygarlığının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis’in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır. Ancak yine bilim dünyası, bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır. Kaldı ki, dünyanın hemen her yerindeki kavim ve milletlerin tufan efsaneleri de, büyük bir felaketin yaşandığını doğrulamaktadır ve bilim dünyası ister kabul etsin, ister etmesin, Mısır, Maya kalıntıları, Paskalya adası uygarlığı gibi bugün nasıl ortaya çıktıkları izah edilemeyen birçok eser bu batık kıta uygarlıklarının varlığı ile mantıklı izahlara kavuşabilmektedir.
    Evrim kuramları ve genel bulgulara göre, günümüzden 200 ile 500 bin yıl önce iki ayağı üzerinde dik olarak durabilen “Homo Erectus” yerini, düşünebilen insan “Homo Sapiens”e bırakmıştır. Homo Sapiens’in ortaya çıkış tarihini 200 bin yıl önce olarak kabul etsek dahi, o günden bu güne kadar insanoğlunun sadece günümüz uygarlığını yaratmış olduğunu düşünmek, insanlık adına büyük bir bencilliktir. 200 bin yıl önce dünyaya gelen ve uzmanlarca beyin ağırlığı ve düşünme kapasitesi günümüz insanı ile aynı olarak kabul edilen Homo Sapiens, ne olmuştur da, 194 bin yıl bekledikten sonra, günümüzden 6 bin yıl önce birden bire dev adımlar atmaya karar vermiştir? Nitekim, günümüz bilim çevreleri, tekerleğin ve yazının ancak M.Ö. 4 binlerde bulunduğunu öne sürmektedir.
    Ancak, dünyanın geçirdiği tufan felaketi nedeniyle çok az belge ve bulgunun kalmış olmasına rağmen, bu belge ve bulgular, insanoğlunun dünya üzerindeki uzun geçmişinde, günümüz uygarlığının dışında en az bir büyük uygarlık daha yaratmış olduğunu ve hatta bugünkü uygarlığın temellerinin de bu eski uygarlıkta atıldığını ortaya koymaktadır.
    James Churchward 1883’de, Batı Tibet’te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkarttı. Tibet’te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğrultusunda Tibet’teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet’te bir manastıra düştü. Bu manastırın, “Büyük Rahipler Kardeşliğinin” önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward’a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmış “Naacal Tabletleri”ni gösterdi.(2)
    Rishi’nin Churchward’a, binlerce yıldır sır olarak saklanan tabletleri niçin gösterdiği bilinmiyor. Ancak, kendisi de bir inisiye olan Rishi’nin, başka kanallardan da olsa Ezoterik doktrini bünyesinde yaşatan bir diğer kardeşlik örgütüne, Masonluğa üye olan Churchward’ı kendisine yakın bulduğu ve bazı sırların batı dünyasına açıklanması zamanının geldiğine inandığı tahmin ediliyor.
    Rishi, bu düşüncelerle Churchward’a iki yıl boyunca üstadlık yaptı ve sadece büyük rahiplerin bildiği, Naacal Tabletlerinin yazıldığı ölü dili kendisine öğretti.(3)
    Naacal dilini öğrenen ve tabletleri inceleyen Churchward, bu tabletlerin ışığı doğrultusunda batık kıta Mu ve uygarlığının izlerine rastlamak umuduyla 50 yıl süren araştırma gezilerine başladı.
    Pasifik okyanusundaki hemen bütün adalarda, Sibirya ve Orta Asya’da, Avusturalya’da, Mısır’da incelemeler yapan Churchward’a yeni nur kaynağı Meksika’da parladı. Amerikalı Jeolog William Niven, 1921-23 yılları arasında Meksika’da yaptığı kazılarda, 11.500-12.000 yıl önce yazıldıkları saptanan 2600 dolayında tablet buldu (4). Bu tabletlerdeki yazılar ne Niven tarafından, ne de tabletler üzerinde uzun bir inceleme yapan Carnegie Enstitüsü uzmanlarından Dr. Morley tarafından okunamadı. Tabletlerin varlığını duyan Churchward Meksika’ya gitti ve Tibet’te öğrenmiş olduğu Naacal diliyle yazılı olduklarını ispatladığı Meksika tabletlerini çözmeyi başardı. Tibet tabletlerinde eksik kalan bilgilerini Meksika tabletleri ile tamamlayan Churchward, batık uygarlık Mu hakkında büyük yankılar getiren eserlerini yazdı (5).

    Churchward ve Niven’in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu. Danimarkalı araştırmacı ve yazar Eric Von Daniken de, birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olan bu adalar kültürlerinin şaşılacak derecede benzediğine işaret ediyor. (6)
    Churchward’a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürmektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu, zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluşturmuştur (7).
    Mu uygalığının kolonileştirdiği ve daha sonra bağımsızlaşarak birer imparatorluğa dönüşen en önemli iki devlet, Atlantis ve Uygur İmparatorluklarıdır (8). Ayrıca, bugün Antik Mısır, Çin, Hint ve Maya uygarlıkları diye bilinen uygarlıkların kökeninde de Mu uygarlığı yatmaktadır.

    Mu uygarlığının ne zaman başladığı bilinmiyor. Naacal Tabletleri ve Meksika’da bulunanlar bu konuda aydınlatıcı olamadı. Ancak tabletler, Mu’nun kolonileşme ve uygarlığının temelini oluşturan dinini yayma aşamasına 70 bin yıl önce geçtiğini gösteriyorlar.
    15 bin yaşında oldukları belirlenen Naacal Tabletleri evrenin başlangıcı ve ortaya çıkışı konusunda ayrıntılı öngörüler kapsamakta. Bu tabletlere göre, evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan, bir kaosun hakim olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar biraraya geldi. Bu gazlar güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı. Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu. Sular dünyayı kapladı. Güneş ışıkları havayı ve suyu ısıttı. Bu ışıklar ve toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları yükseltti ve bunlar açık toprak oldu. Güneş ışıkları suyun içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını (Rna-Dna) oluşturdu. İlk hayat sudan çıktı ve tüm yeryüzüne yayıldı.
    Günümüzde geçerli evren ve yaşamın oluşumu teorilerine bu denli benzerlik tesadüf olamaz. Zaten, en az 70 bin yaşında olan bir uygarlıktan daha farklı bilgiler ummak da saçmalık olur. Mu uygarlığının ulaştığı seviyeyi gösterme açısından bir başka kaynaktan yararlanalım. Günümüzden 3 bin yıl önce yazılmış Mahabharata’da, uzak geçmişte insanoğlunun kullandığı bir silah tarif ediliyor: “Dumansız bir ateşin ışıltısına sahip olan ve alevler saçan bir mermi atıldı. Birden heryer karanlığa gömüldü. Daha sonra, gözleri kör eden bir ışık ve kulakları sağır eden bir gürültü çıktı. Ardından meydana gelen büyük ısıda sular buharlaştı. Filler, atlar, insanlar bir anda kavruldu. Ağaçlar tamamen yandı. Heryer yeniden aydınlandığında koca ordudan geriye sadece bir avuç kül kalmıştı”…
    Bu efsane, atalarımızın ulaştığı uygarlık düzeyinin yanısıra, onların dünyasının da bugün olduğu gibi, barıştan yana pek nasibini almadığını gösteriyor.
    Mahabharata efsanesi ve Sodom ve Gomora’nın yokoluşu gibi diğer bazı efsaneler, Atlantis ve Mu kıtalarının batışı teorilerinden birisini destekler niteliktedir. Ancak bu konuya daha sonra değinileceği için şimdi, Mu uygarlığının yönetiliş biçimine ve bunun aracı olan ilk tek Tanrılı dine, “Mu Dini”ne göz atalım.
    Mu uygarlığı bir imparatorluktu ve imparatorların unvanı, güneşin oğlu da denilen “Ra Mu” idi. Mu imparatorluğunun bir diğer adı da “Güneş İmparatorluğu”ydu. Mu dilinde “Ra” kelimesi, güneş anlamına geliyordu. Mu’nun kolonisi olan Mısır’da da güneş tanrıya “Ra” adı verilmiştir. Ayrıca, kökleri Mu uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya’da da imparatorun unvanı “Güneşin Oğlu” dur. Bunun yansıra eski Maya ve İnka uygarlıklarında da krallar aynı unvanı kullanmışlardır.

    İmparatorun altında, hem bilim adamı hem de rahip olan “Naacaller” bulunuyordu ve bunlar yönetici sınıfı teşkil ediyordu. (9) “Kutsal Sırlar Kardeşliğinin üyesi olan Naacaller’in tüm dünyaya yaymış oldukları “Mu Dini”, belki de insanlığın tanıdığı ilk tek Tanrılı dindi. Naacaller bu dini, sıradan insanlara, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyorlardı. Bu sembollerin Ezoterik anlamlarını sadece inisiye edilmiş kardeşler ve imparator Ra-Mu bilmekteydi.
    Naacaller’in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu. Naacal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin Tanrının geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmekteydi. Mu dinine göre Tanrı o kadar kutsal bir varlıktı ki, doğrudan ağıza alınamazdı. Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan insanlar tarafından idrak edilemezdi. İşte bu Yüce Varlığın sembolü, Güneş yani “Ra” idi (10). Tanrının güneş olduğu iddiasındaki tüm saptırılmış iddiaların ve güneş kültü diye nitelendirilen inanışların kökeninde yatan olgu budur.
    Naacal öğretisinde Güneş doğrudan Tanrı değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade tarzlarının kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı. Ancak, uygarlık çöküp, ana kaynak yok olunca, zaman içinde “bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu.
    Semboller vasıtasıyla tek Tanrıya tapınımı öğreten dinin büyük rahibi, dolayısıyla kutsal kardeşlik örgütünün de başı, Ra Mu’nun kendisiydi. Ancak imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak “Güneşin Oğlu” unvanını taşıyordu.

    Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara “şeffaf mabetler” deniliyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Bu da bir tür semboldü ve Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları, sanki üstü acıkmış gibi, gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir.
    Mu dini sembollerinin en önde geleni, “Mu Kozmik Diyagramı “dır (11).
    Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, “Ra”nın, yani tek Tanrının kollektif simgesidir. Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, içice geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün birarada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanrıya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü remzeder. Her ikisinin birarada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın herbir ucu bir fazileti remzeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır.
    Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kamil İnsan’a ulaşmak zorundadır.

    Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay’dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgenin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında dar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur (12). Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan sudur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler. Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissettirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini remzeder. Bu sembol, Osiris ile önce Atlantis’e buradan Hermes ile Mısır’a, Mısır’dan Pisagor ile Yunanistan’a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.

    Birçok sembol gibi, Ezoterik Sırlar Öğretisinin üyelerini kabul ettiği inisiasyon törenlerinin kökeni de, Mu Naacal okulundadır. Değişik örgütlenmeler vasıtasıyla günümüze kadar ulaşmış bu inisiasyon töreninde aday, uzun bir hazırlık ve soruşturma döneminden sonra, layık görülmesi halinde kardeşliğe kabul edilirdi. Naacal kardeşlik örgütüne üyelerin seçilerek alındıkları dışında, kabul töreni ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakta. Ancak, Naacal kardeşliğinin son durağı olarak da kabul edilebilecek Mısır’ın Hermetik kardeşliğine kabul töreninin Naacaller’in uyguladıkları törenden daha farklı olduğunu varsaymak için hiçbir neden yok. Bu törenin ayrıntılarına Mısır uygarlığını incelerken dönüleceği için, şimdi Naacal öğretisinin diğer kavramlarına geri dönelim. Mu dininin dört temel kavramı vardır:
    1- Tanrı tektir. Herşey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.
    2- Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
    3- Ruh, mükemmeliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
    4- Mükemmeliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir. (13)
    Naacal öğretisine göre, Tanrı, sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurmuştur. Ancak bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar ona geri dönebilecek yeterliliktedir. Bu vasıflara sahip bir insan olabilmek ancak Naacal kardeşi olmakla ve” kardeşlerin de öğretiyi derece derece sindirmeleri ile mümkündür. Naacaller, yalnızca üstad rahiplerin bu aşamaya ulaşabileceklerini kabul ederler.
    Naacal öğretisinin bir diğer temel dayanağı, Tanrısal Nurdan çıkmış olan dört temel gücün kainatı kaosdan düzene geçirmiş oldukları teorisidir. Tanrının kendi asli nitelikleri olarak kabul edilen bu dört temel güç, “dört büyük inşaatçı”, “dört büyük mimar”, “dört büyük geometri üstadı” olarak adlandırılır. Bu dört temel eleman, ateş, yel, su ve toprak’dır (14).
    Semavi dinlerin doğuşu ile bu dört temel eleman, “dört baş melek” olarak adlandırılmışlardır. Naacaller bu dört temel gücü gamalı haç ile sembolize etmişlerdir. 

    Jeolog Niven’in bulduğu tabletler üzerinde rastlanan bu haçlardan, kollarının dördü de aynı uzunlukta olanının dört gücün eşitliğini, uçları kıvrık gamalı haçlardan ağızları sola dönük olanların iyiliği, sağa dönüklerin ise kötülüğü simgelediklerini görüyoruz. Bu konular üzerinde derin araştırmalar yapmış olan Hitler’in, imparatorluğuna sembol olarak ucu sağa dönük-gamalı haçı seçmiş olması bir tesadüf değildir. İsa’nın da öğretisinde kullandığı haç sembolü aynı kaynaktan, Mu’dan gelmektedir.

    Kaynakça
    1- Bilim Araştırma Grubu – “MU, Tarih Öncesi Evrensel Uygarlık” – Bilim Araştırma Merkezi Yayınları – İstanbul 1978 – Sf. 15.
    2- SANTESSON Hans Stephan – “Batık Ülke MU Uygarlığı” – RM Yayınları İstanbul 1989 – Sf. 2
    3-Santesson H.S. – İe – Sf. 15
    4-Bilim Araş. – İe – Sf. 15
    5- Churchward James, “The Sacred Symbols of MU” (MU’nun Kutsal Sembolleri) Londra, 1933.
    6- Von Daniken, Erich – “Aussaat und Kosmos” (Kozmos ve Ötesi), Amsterdam, 1978.
    7- Santesson H.S. – İe – Sf. 87
    8- Santesson H.S. – İe – Sf. 95-99
    9-Santesson H.S. – İe – Sf. 19
    10- Bilim Araş. – İe – Sf. 52
    11-Santesson H.S.-İe-Sf. 70
    12-Bilim Araş. – İe – Sf. 12
    13-Santesson H.S.-İe-Sf. 125
    14- Santesson H.S. – İe – Sf. 142

    DERLEMEDİR.