8 Ekim 2018 Pazartesi

KABALA NIN İÇ YÜZÜ


Exodus” kelimesi “çıkış” anlamına gelir ve aynı zamanda Tevrat’ın 2. kitabının başlığını oluşturur. Bu kitapta, İsrailoğulları’nın Hz. Musa önderliğinde Mısır’dan çıkarak Firavun zulmünden kurtulmaları anlatılır. Firavun, köle olarak çalıştırdığı İsrailoğulları’nı serbest bırakmaya yanaşmamış, ancak Allah’ın Hz. Musa’ya verdiği mucizeler ve Firavun kavmine gönderdiği felaketler karşısında zayıf düşmüş, İsrailoğulları da bu sayede toplanıp Mısır’dan bir gecede topluca göçe başlamışlardır. Ardından Firavun’un saldırısı gelmiş ve Allah Hz. Musa’ya verdiği mucizelerle İsrailoğulları’nı kurtarmıştır.
Ancak Mısır’dan çıkış vakasını bize en doğru şekliyle anlatan kaynak, Kuran-ı Kerim’dir. Çünkü Tevrat, Hz. Musa’ya vahyedilmesinden sonra pek çok tahrifata uğramıştır. Nitekim Tevrat’ın beş kitabı (Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye) arasında pek çok çelişki bulunması buna dair önemli bir kanıttır. Bu beş kitabın sonuncusu olan Tesniye’nin sonlarında Hz. Musa’nın ölümü ve gömülmesinin anlatılması ise, bu kitapların Hz. Musa’nın vefatından sonra ilavelere uğratıldığının açık ve tartışılmaz bir ispatıdır.
Eski Mısır’dan Kabala’ya
İsrailoğulları henüz Hz. Musa hayatta iken dahi Eski Mısır’da gördükleri putların benzerlerini yapıp onlara tapınmaya başlamışken, Hz. Musa’nın vefatının ardından daha ileri sapmalara kaymaları zor olmamıştır. Kuşkusuz tüm Yahudiler için aynı şey söylenemez, ama aralarından bazıları Mısır’ın putperest kültürünü yaşatmış, dahası bu kültürün temelini oluşturan Mısır rahiplerinin (Firavun büyücülerinin) öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu tahrif etmişlerdir.
Eski Mısır’dan Yahudiliğe devrolunan öğreti, Kabala’dır. Kabala da, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile ilgilenmiştir. Kabala’nın dikkat çekici bir yönü ise, Tevrat’taki yaratılış anlatımından çok farklı bir anlatım içermesi, Eski Mısır’ın maddenin sürekliliğine dayalı materyalist görüşünü korumasıdır. Türk masonlarından Murat Özgen Ayfer bu konuda şunları yazmaktadır:
Yahudiler’in bir kısmı, Eski Mısır’daki ve Mezopotamya’daki pagan (putperest) toplumların kültürlerinden etkilenerek Allah’ın kendilerine yol gösterici olarak indirdiği Tevrat’tan yüz çevirdiler ve çeşitli maddi varlıklara tapmaya başladılar. Üstte, güneşe tapan pagan tplumlara ait bir tapınak
Tevrat’ın ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bulunduğunu göstermektedir. Kabala’nın en önemli bölümü, evrenin oluşturulmasına ilişkin kuramıdır. Bu kuram, teist dinlerde benimsenen yaratılış öyküsünden pek farklıdır. Kabala’ya göre, yaratılışın başlangıcında, “daireler” ya da “yörüngeler” anlamına gelen ve SEFİROT olarak anılan, hem özdeksel (maddi) hem de tinsel (manevi) nitelikli oluşumlar doğmuştur. Bunların toplam sayısı 32’dir; ilk onu Güneş Sistemi’ni, diğerleri ise uzaydaki öteki yıldız kümelerini temsil ederler. Kabala’nın bu özelliği, eski astrolojik inanç sistemleriyle yakın bir bağlantısının bulunduğunu ortaya koyar… Böylece Kabala, Yahudi dininden bir haylice uzaklaşır; Doğu’nun eski gizemci inanç sistemleriyle… çok daha bağdaşır.( Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve Nasıldır?, İstanbul, 1992, s. 298-299)

Eski Mısır’ın materyalist, büyüye dayalı ezoterik öğretilerini devralan Yahudiler, Tevrat’ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest kavimlerin büyü ritüellerini de benimsemişler ve böylece Kabala Yahudiliğin içinde ama Tevrat’a muhalif bir mistik öğreti olarak gelişmiştir. İngiliz yazar Nesta H. Webster “Ancient Secret Tradition” (Antik Gizli Gelenek) adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklar:
Büyücülük, bildiğimiz kadarıyla, Filistin’in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da kendi kahinlerine ve büyücülerine sahipti. Musa Yasası’nda (Tevrat’ta) büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler, bu uyarıları göz ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Aynı zamanda Yahudi Kabalası’nın spekülatif yönü, Perslerin büyücülüğünden, neo-Platonizm’den ve yeni Pisagorculuk’tan etkilendi. Dolayısıyla, Kabala karşıtlarının, Kabala’nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki itirazlarının haklı temeli vardır.
Tevrat’a Eklenen Pagan Öğretiler
İlginçtir ki, sapkın Yahudilerin suçları, bizzat Yahudilerin kutsal kitabı olan Eski Ahit’in içinde de kimi zaman belirtilir. Eski Ahit’in bir tür tarih kitabı niteliğindeki kısımlarından biri olan Nehemya’da, Yahudilerin işledikleri suçu itiraf edip tevbe edişleri şöyle anlatılır:
Ve İsrail zürriyeti bütün ecnebilerden ayrıldılar ve durup suçlarını ve atalarının fesatlarını itiraf ettiler. Ve oldukları yerde ayağa kalktılar ve günün dörtte birinde Allahları RABBİN şeriat kitabından okudular; ve dörtte birinde suçlarını itiraf edip Allahları Rabbe secde kıldılar. Ve Yesua ve Bani, Kadmiel Sebanya, Bunni, Serebya, Bani ve Kenani, Levililer merdiveni üzerinde ayağa kalkıp yüksek sesle Allahları Rabbe feryat ettiler…
(Dediler ki): Atalarımız… itaatsizlik ettiler ve sana karşı âsi oldular ve senin şeriatini arkalarına attılar ve onları sana döndürmek için kendilerine karşı şehadet eden senin peygamberlerini öldürdüler ve büyük küfürler ettiler. Ve düşmanlarının eline onları verdin ve onları sıkıştırdılar; ve sıkıntıları vaktinde sana feryat ettiler ve sen göklerden işittin ve çok merhametlerine göre onlara kurtarıcılar verdin, bunlar da düşmanlarının elinden onları kurtardılar. Fakat rahat bulunca yine senin önünde kötülük ettiler, bundan dolayı düşmanlarının elinde onları bıraktın ve üzerlerinde saltanat sürdüler; fakat onlar dönüp sana feryat edince göklerden işittin; ve rahmetlerine göre çok kereler onları kurtardın, ve onları kendi şeriatine döndüresin diye onlara karşı şehadet ettin. Fakat azgınlık ettiler ve senin emirlerini dinlemediler, fakat hükümlerine karşı suçlu oldular -o hükümler ki, insan onu yapmakla yaşar-. Ve omuzlarını yükten kaçırıp enselerini sertleştirdiler ve dinlemediler… Fakat çok merhametlerinden ötürü onları büsbütün bitirmedin ve onları bırakmadın; çünkü sen lûtfeden ve çok acıyan Allah’sın.
Ve şimdi, ey Allahımız, ahdi ve inayeti koruyan büyük, kudretli ve heybetli Allah… Sen başımıza gelen herşeyde âdilsin, çünkü hakikatle davrandın fakat biz kötülük ettik; ve kırallarımız, reislerimiz, kâhinlerimiz ve babalarımız senin şeriatini tutmadılar ve onlara karşı şehadet ettiğin emirlerini ve şehadetlerini dinlemediler. Ve kendi ülkelerinde, onlara verdiğin bol iyilik içinde ve önlerine koyduğun geniş ve semereli diyarda sana kulluk etmediler ve kötü işlerinden dönmediler. (Nehemya, Bap 9, 1-35)
Bu pasaj, Yahudilerin tekrar Allah’ın dinine dönmesini isteyen bir düşüncenin ifadesidir. Ancak Yahudi tarihi içinde giderek diğer taraf ağırlık kazanmış, Yahudi toplumuna hakim olmuş ve sonra da Yahudiliği tamamen ele geçirip tahrif etmiştir. Bu nedenle, Tevrat’ın ve diğer Eski Ahit kitaplarının içinde, üstteki gibi hak dine dönme yanlısı anlatımlar bulunduğu gibi, sapkın putperest (pagan) öğretilerden aktarıldığı anlaşılan anlatımlar da vardır. 
Örneğin: Tevrat’ın ilk kitabında Allah’ın tüm evreni 6 gün içinde yoktan yarattığı anlatılır. Bu doğru bir bilgidir ve vahiy kaynaklıdır. Ama hemen ardından, Allah’ın 7. günde “dinlendiği” gibi tamamen hayal ürünü bir iddia ortaya atılır. Allah’a insani bir sıfat atfetmeye yönelik bu sapkın fikir, pagan bir zihniyetin ifadesidir.
Tevrat’ın diğer bazı kısımlarında, Allah’a karşı saygıya uygun olmayan bir üslup vardır ve özellikle Allah’a birtakım uydurma insani zaaflar atfetme eğilimi dikkati çekmektedir. (Allah’ı tenzih ederiz) Bu uydurma senaryolar, putperest kavimlerin kendi hayali tanrılarına atfettikleri insani zaaflara benzemektedir.
Allah’a karşı uydurulan bu iftiraların biri, İsrailoğulları’nın atası olan Hz. Yakub’un “Allah ile güreşip onu yenmesi” gibi son derece saçma bir senaryodur. İsrailoğulları’na üstün bir ırk payesi vermek için uydurulmuş olduğu aşikar olan bu senaryo, putperest kavimlerde yaygın olan “kabile asabiyetinin” (Kuran’daki ifadeyle “öfkeli soy koruyuculuğunun”) bir ifadesidir.
Eski Ahit’te Allah’ı sanki sadece İsrailoğulları’nın ilahı gibi göstermeye yönelik bir eğilim vardır. Oysa kuşkusuz Allah tüm alemlerin ve tüm insanların İlahı ve Rabbidir. Eski Ahit’teki bu “milli din” fikri, her kabilenin kendine has bir ilaha tapındığı pagan kültüre uymaktadır.
Eski Ahit’in bazı kitaplarında (örneğin Yeşu’da), Yahudi olmayan kavimlere karşı çok büyük vahşet buyrukları verilir. Kadın, çocuk ve yaşlı ayrımları yapılmadan kitle katliamları emredilir. Allah’ın adaletine tamamen aykırı olan bu acımasız vahşet, hayali “savaş tanrı”larına inanan barbar pagan kavimlerin vahşet kültürünü andırmaktadır.

Tevrat’a eklenen tüm bu pagan düşüncelerin kuşkusuz bir kaynağı olmalıdır. Birtakım Yahudilerin, Tevrat dışında itibar ettikleri, benimsedikleri ve korudukları bir gelenek olmalıdır ki, oradaki sapkın fikirleri Tevrat’a dahil ederek onu değiştirmiş olsunlar. İşte bu gelenek, asıl kökenleri Eski Mısır’daki rahiplere (Firavun rejiminin büyücülerine) uzanan, bir kısım Yahudiler tarafından oradan devralınıp korunan Kabala’dır. Kabala, Eski Mısır’ın ve sonra diğer putperest kültürlerin Yahudilik içine girip barınabileceği, gelişebileceği bir gelenek haline gelmiş ve Tevrat da söz konusu Kabala merkezli sapkın Yahudi öğretisine göre tahrif edilmiştir. Kabalacılar, “Kabala’nın aslında Tevrat’ın gizli sırlarını açıklayan bir öğreti olduğunu” iddia etmişlerdir elbette, ama gerçekte Kabala Yahudi tarihçi Theodore Reinach’ın ifade ettiği gibi “Yahudiliğin damarlarına giren ve onu tamamen ele geçiren gizli bir zehir”dir. (Nesta Webster, Ancient Secret Tradition, Secret Societies And Subversive Movements, Boswell Publishing Co., Ltd., London, 1924; Theodore Reinach, Histoire des Israélites, s. 221, Salomon Reinach, Orpheus, s. 299)

Nitekim Eski Mısır’ın materyalist “dünya görüşü”nün açık izlerini Kabala’da bulmak mümkündür.
Gerçek bu iken, “Yahudiliğin damarlarına giren ve onu tamamen ele geçiren gizli bir zehir” olan Kabala’da çok farklı bir anlatım vardır. Kabala’nın Allah ve yaratılış hakkındaki öğretisi, Gerçek Tevrat’ta ve Kuran’da bildirilen ve üstte kısaca açıkladığımız “yaratılış gerçeği”ne tamamen aykırıdır. Amerikalı araştırmacı Lance S. Owens, Kabala hakkındaki bir yazısında bu öğretinin varlığın kökeni hakkındaki senaryosunu şöyle anlatır:
Kabalistik tecrübe, kutsallık hakkında çeşitli algılamaları doğurmuştur ki, bunların çoğu genel kabul edilen görüşten hayli uzaklaşmışlardır. İsrail’in inancının en temel taşı, “Tanrımız Birdir” şeklindeki beyandır. Ama Kabala, Tanrı’nın tamamen açıklanamaz bir teklik olarak en yüksek formda var olduğunu kabul etse de (ki buna Kabala dilinde Ein Sof, yani sonsuzluk adı verilir), bu bilinemez tekliğin kaçınılmaz olarak birçok tanrısal forma dönüştüğünü iddia etmiştir: Yani çok sayıda tanrıya. Kabalistler bunlara “Sefirot” adını verirler, bu Tanrı’nın yüzleri veya kapları anlamına gelir. Tanrı’nın anlaşılamaz bir teklikten bu çokluğa geçişi, Kabalistlerin pek çok meditasyon ve spekülasyonuna neden olmuş bir sırdır. Açıkçası, bu çok yüzlü Tanrı imajı, çok tanrılı olmak suçlamalarını da beraberinde getirmiştir. Kabalistler bu suçlamaya karşı çıkmışlar, ama başarılı bir şekilde cevaplandıramamışlardır.
Kabalistik teosofide İlahi varlık sadece çoğul sayılmakla kalmaz, ama aynı zamanda Tanrı’nın ilk belirsiz yansımasında Erkek ve Dişi olarak ikili bir form aldığına inanılır. Bunlar kutsal Baba ve Anne’dir veya Kabala diliyle Hokhmah ve Binah. Kabalistler Hokhmah ve Binah arasındaki ilişkinin nasıl yeni formlar oluşturduğunu anlatmak için açıkça seksüel benzetmeler kullanmışlar. ( Lance S. Owens, Joseph Smith and Kabbalah: The Occult Connection,Dialogue: A Journal of Mormon Thought, Vol. 27, No. 3, Fall 1994, s. 117-194)
Kabala’nın tam anlamıyla bir “hurafe” olan bu senaryosunun ilginç bir özelliği, insanı “yaratılmış” bir varlık saymaması, adeta insana bir tür ilahlık atfetmesidir. Lance S. Owens bu Kabala hurafesini de şöyle açıklar:
Kabala’nın karmaşık Tanrı imajı… aynı zamanda antropomorfik (Allah’a insani vasıflar atfeden) bir şekildedir. Bir Kabalastik yoruma göre Tanrı, Adam Kadmon’du; yani ilk ve örnek insan. (Bu inanca göre) İnsan, Tanrı ile kendi özünden gelen, yaratılmamış bir kıvılcım ve kompleks, organik bir form paylaşıyordu. Adam (Adem) ile Tanrı arasındaki bu garip Kabalistik özdeşleştirme, aynı zamanda Kabalistik bir şifre ile destekleniyordu: İbranice’de Adem ve Yehova (Yod he vav he harfleri) kelimelerinin sayısal değeri aynıydı; 45. Dolayısıyla Kabalistik yorumda Yehova Adem’e eşit sayılıyordu; Adem Tanrıydı. Bu iddiayla birlikte, tüm insanlığın en yüksek realizasyonunda Tanrı gibi olduğu iddiası geliyordu. (Lance S. Owens, Joseph Smith and lah: The Occult Connection,Dialogue: A Journal of Mormon Thought, Vol. 27, No. 3, Fall 1994, s. 117-194)
Pagan dinlerin hurafelerinden devşirilmiş olan bu uydurma senaryolar, Yahudiliğin dejenarasyonunun temelini oluşturdu. İnsanı ilahlaştırmaya kalkacak kadar akıl sınırlarının dışına çıkan Yahudi Kabalistler, söz konusu “insan”ın da sadece Yahudilerden ibaret olduğunu, diğer ırkların insan sayılmadığı iddiasını da senaryolarına eklediler. Bunun sonucunda, Allah’a itaat ve kulluk temeli üzerine kurulmuş bir din olan Yahudiliğin içinde, Yahudilerin kibir hislerini tatmin etmeye yönelik sapkın bir öğreti gelişmeye başladı. Tevrat’a rağmen Yahudiliğin içine sokulan Kabala, bir zaman sonra Tevrat’ı tahrif ederek kendi öğretisini onun içine yerleştirmeye başladı.
Kabala’nın sapkın öğretisindeki bir diğer ilginç nokta, Eski Mısır’ın pagan öğretisiyle paralellik göstermesiydi. Eski Mısırlılar, daha önce incelediğimiz gibi, “maddenin hep var olduğuna” inanıyor, bir başka deyişle maddenin yoktan yaratıldığını reddediyorlardı. Kabala ise aynı reddiyeyi insan için yapıyor, insanın yaratılmadığını, kendi varlığının sorumlusu ve idarecisi olduğunu ileri sürüyordu.
Eğer günümüzün terimleriyle konuşursak, Eski Mısır’ın öğretisinin adı “materyalizm”di. Kabala’nın öğretisi ise “seküler (din dışı) hümanizm”. Ne ilginçtir ki, bugün bu iki kavram, son iki yüzyıldır dünyaya hakim olan kültürü de tarif eden kavramlardır.
Acaba tarihin derinliklerinden Eski Mısır ve Kabala öğretilerini günümüze taşıyan birileri mi olmuştur?
Tapınakçılar’dan Masonlara
Önceki bölümlerde Tapınakçılar’dan söz ederken, bu garip Haçlı örgütünün Kudüs’te bulduğu bir “giz”den etkilendiğini ve bunun sonucunda Hıristiyanlıktan çıkarak garip büyü ayinlerine giriştiğini anlatmıştık. Başta belirttiğimiz gibi, konuyu inceleyen pek çok araştırmacının ortak görüşü, bu “giz”in Kabala ile ilişkili olduğudur. Örneğin okültizm (gizli ilimler) tarihinin ünlü uzmanlarından Fransız yazar Eliphas Lévi, Histoire de la Magie (Büyünün Tarihi) adlı kitabında, Tapınakçılar’ın Kabala doktrini ile “inisiye edildiklerini”, yani bu doktrin ile gizli bir biçimde eğitildiklerini detaylı kanıtlar göstererek anlatır. ( Eliphas Lévi, Histoire de la Magie, p. 273; Nesta Webster, Ancient Secret Tradition, Secret Societies And Subversive Movements, Boswell Publishing Co. Ltd., London, 1924)
Kabala ise, bir önceki bölümde incelediğimiz gibi, kökenleri Eski Mısır rahiplerine uzanan, büyüye dayalı pagan bir öğretidir. Yahudiler Eski Mısır’dan devraldıkları bu öğretiyi, Ortadoğu’daki putperest kavimlerin büyü inançlarıyla da (Kuran’daki Harut ve Marut ile ilgili Bakara Suresi 102. ayetinde haber verildiği gibi) karıştırarak bir gelenek şeklinde korumuşlar ve Tevrat’ı buna göre tahrif etmişlerdir. Böylece kökenleri Eski Mısır’dan gelen öğreti, Kabala üzerinden Tapınakçılar’a aktarılmıştır.
Dünyaca ünlü İtalyan yazar Umberto Eco, Foucault Sarkacı adlı romanında söz konusu gerçekleri bir roman akışı içinde aktarır. Umberto Eco, roman boyunca, canlandırdığı kahramanların ağzından Tapınakçılar’ın Kabala’dan etkilendiklerini ve Kabalacıların, eski Mısır zamanındaki firavunlara uzanan bir “giz”e sahip olduklarını anlatır. Eco’ya göre, Eski Mısırlılar’ın sahip olduğu birtakım “giz”ler, Yahudi önde gelenleri tarafından öğrenilmiş ve sonra da bu Yahudiler tarafından Eski Ahit’in ilk beş kitabına (Muharref Tevrat) serpiştirilmiştir. Ancak üstü kapalı bir biçimde anlatılmış olan bu “giz” ancak Kabalacılar tarafından anlaşılabilmektedir. (Zaten daha sonra İspanya’da yazılacak ve Kabala’nın temeli haline gelecek olan Zohar, bu söz konusu beş kitabın “giz”lerini konu edinecektir) Umberto Eco, Kabalacıların Eski Mısır’dan devraldıkları bu “giz”in Süleyman Tapınağı’nın geometrik ölçülerinden de okunduğunu söyledikten sonra, Tapınakçılar’ın bu gizi, o dönemde Kudüs’te bulunan Kabalacı hahamlardan öğrendiklerini yazar: “… Gizi, Tapınak’ın açıkça söylediği şeyi sezinleyenler, Filistin’de kalan bir avuç hahamdır yalnızca… Tapınakçılar da onlardan öğreniyorlar.”( Umberto Eco, Foucault Sarkacı, Çev. Şadan Karadeniz, 2.b., İstanbul: Can Yayınları, s. 428)
Tapınakçılar Eski Mısır-Kabala öğretisini benimsemekle, doğal olarak, Avrupa’da hakim olan Hıristiyanlık temelli düzenin muhalifi haline gelmişlerdir. Bu muhalefette onlarla aynı safta olan bir diğer önemli güç ise Yahudilerdir. Tapınakçılar’ın Fransa Kralı ve Papa’nın ortak kararıyla 1307 yılında tutuklanmalarının ardından, bu muhalefet yer altına inmiş, ama eskisinden daha radikal ve kararlı biçimde devam etmiştir.
Daha önceden de belirttiğimiz gibi, Tapınakçılar’ın önemli bir bölümü tutuklamalardan kurtulmuşlar, kendilerine güvenli bir yer bulabilmek içinse o dönemde Avrupa’da Papa otoritesini tanımayan tek krallık olan İskoçya’ya kaçmışlardır. İskoçya’daki duvarcı loncalarına sızmışlar, zamanla bu loncaları ele geçirmişler, loncalar Tapınakçı gelenekle özdeşleşmiş ve böylece masonluğun kökeni İskoçya’da oluşmuştur. Nitekim hala günümüz masonluğunun temeli, “Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti”dir.
14. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa tarihinin çeşitli aşamalarında Tapınakçılar’ın -ve onlarla ilişki halindeki bazı Yahudilerin- izlerini görmek mümkündür. Bunları detaylarına girmeden, şöyle belirtebiliriz:
Fransa’daki Provins bölgesi, Tapınakçılar’ın önemli sığınaklarından biriydi. Tutuklamalar sırasında pek çoğu burada saklanmıştı. Bölgenin diğer bir önemli özelliği ise, aynı zamanda Avrupa’nın en belirgin Kabala merkezi olmasıydı. Provins, sözlü bir gelenek halindeki Kabala’nın kitaba döküldüğü yer oldu.
1381 yılında İngiltere’de patlak veren Köylü Ayaklanması, tarihçilerin kabulüne göre, bir tür “gizli organizasyon” tarafından körüklenmişti. Masonluk tarihini inceleyen uzmanlara göre, bu “gizli organizasyon” Tapınakçılar’dı. Ayaklanma basit bir sosyal patlamanın ötesinde, Katolik Kilisesi’ne yönelik planlı bir saldırıydı.
Bu ayaklanmadan yarım asır sonra Bohemya bölgesinde John Huss adlı bir din adamının Katolik Kilisesi’ne karşı başlattığı muhalefetin ve ardından gelen ayaklanmanın da perde arkasında Tapınakçılar vardı. Dahası Huss, Kabala ile çok yakından ilgilenmiş bir kişiydi. Doktrinlerini geliştirirken kendisinden etkilendiği en önemli isim olan Avigdor Ben Isaac Kara, Prag’daki Yahudi cemaatinin hahamlarından biri ve bir Kabalacıydı.
Bu gibi örnekler, Tapınakçılar ve Kabalacılar arasındaki oluşan ittifakın, Avrupa’da bir sosyal düzen değişikliği peşinde olduğunun işaretleriydi. Bu değişiklik, Hıristiyanlık temelinde yükselen Avrupa kültürünün değiştirilmesi, bunun yerine Kabala temelli bir kültür yerleştirilmesini öngörüyordu. Bu kültürel değişimin ardından ise, siyasi değişiklikler gelecekti. Fransız Devrimi, İtalyan Devrimi gibi… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.