Konuya ilişkin ayetleri üç grup halinde sunuyorum.
a) Birinci Grup Ayetler
“O Allah ki yerdekilerin tümünü sizler için yarattı. Daha sonra göklere ‘İstiva’ edip/yönelip onları 7 gök şeklinde düzene koydu. O her şeyi bilendir.” (21)
“Deki: Siz, yeri 2 günde yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız? Bir de ona ortaklar koşuyorsunuz ha! İşte O, bütün âlemlerin Rabbi’dir. Yerküre üzerinde dağlar yaptı ve onda bereketler yarattı. Arayıp soranlar için 4 günde orada (yerkürede) rızıklarını takdir etti. Bundan sonra göğe yöneldi; o zaman gök henüz duman halindeydi... Bu aşamadan sonra da 2 günde gökleri 7 gök olarak yaratıp düzene koydu...” (22)
b) İkinci Grup Ayetler
“Yaradılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Allah onu bina etti. Onun yüksekliğini yükseltti ve düzene koydu. Gecesini kararttı, gündüzünü aydınlık yaptı. Ondan sonra da yeri döşedi; yerden de suyunu ve otlağını çıkardı. Dağlarını oturttu. (Bütün bunları) sizin ve hayvanlarınızın geçimi için (yaptı)...” (23)
c) Üçüncü Grup Ayetler
“Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti (hükmü altına aldı). O, gündüzü gece ile örter. Gündüz geceyi, gece de gündüzü takip eder. Güneş, Ay, tüm yıldızlar onun emrine boyun eğmiştir. İyi bilin ki yaratmak da emretmek de ona mahsustur. O âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. ”(24)
“Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti. İşleri o idare ediyor. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçi (başkaları için ricacı) olamaz. İşte sizin Rabbiniz olan Allah budur. O halde ona ibadet ediniz. Artık iyi düşünüp ibret almaz mısınız?” (25)
“O Allah ki, sizi sınamak için gökleri ve yeri 6 günde yarattı. O zaman (onun) ‘Arş’ı ise su üstündeydi...” (26)
“O (Allah) gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti.” (27)
“O Allah ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti. Ondan başka sizin dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Siz hâla düşünmez misiniz?” (28)
“Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri 6 günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı. ”(29)
“O Allah ki gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Daha sonra ‘Arş’ı istiva etti. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona yükseleni bilir ve her nerede olsanız o sizinle beraberdir; her ne yaparsanız görür.” (30)
Konunun tam olarak anlaşılabilmesi için az önce anlamlan sunulan ayetlerle ilgili şu ek bilgileri de vermek icap eder:
Kur’an, toplam olarak 114 suredir. Bunun bir kısmı Mekke döneminde, bir kısmı da Medine döneminde inmiştir. Ayrıca her bölümün ortaya atıldığı yıl da -hemen hemen- bellidir. Yaradılışla ilgili ayetlerin içinde bulundukları surelerin ortaya atılış sıraları ise şöyledir: Mekke’de nazil olan surelerden Kaf suresinin iniş sırası 34, A’raf suresinin iniş sırası 39, Furkan’ınki 42, Yunus’un 51, Hud’un 52, Fussilet’in 61, Secde suresinin 75 ve Naziat suresinin de 81’dir. Konuya ilişkin Medine’de ortaya atılan surelerden Bakara suresinin iniş sırası 87, Hadid suresinin ise 94’tür. Veya şöyle diyelim: Yerle göklerin yaradılışı konusunda ortaya atılan ayetlerin içinde bulundukları surelerden Kaf suresi, peygamberliğin Mekke döneminde, ilk beş yılda ortaya atılmış. Furkan, Yunus, Hud ve Araf sureleri Mekke döneminin son üç yılında, Secde ve Naziat sureleri Mekke döneminin 5 ile 10 yıllan arasında, Bakara suresi Medine döneminin ilk yılında, Hadid suresi de Medine’de 5. yıldan 10. yıla kadarki sürede Muhammed Peygamber tarafından ortaya atılmışlardır. (31)
Bu tespitten, kâinatın yaradılışından söz eden ayetlerin hemen hemen peygamberliğin tüm yıllanna yayılmış biçimde ortaya atıldıklarını görüyoruz. Dolayısıyla, bundan şu sonuç ortaya çıkıyor: Eğer Muhammed Peygamber birkaç yıl daha yaşamış olsaydı, bu konuda Kur’an’daki tekrarlar da devam edecekti. Bu bilgilerin, eski inançların bir aktarımı oldukları tartışmasızdır; ayrıca bunların akıl ve bilime aykırılıkları bir yana; kendi içlerinde de önemli çelişkileri vardır. Birkaçını sunalım:
1) Her şeyden önce Allah’ın kendi Kur’an’ında yaradılış hakkında; “şunu bilin ki ben göklerle dünyayı 6 günde yarattım. Bu altı günden 4’ünü dünyaya, 2’sini de göklere ayırdım” bilgisi için defalarca Cebrail’i göndermesi ve sürekli tekrara başvurması doğru olamaz. Bilgi yanlışlığı bir yana; tek bir cümle ile ifade edilebilen bir bilgi için, Kur’an’ı aynı mesajı veren yazılarla doldurmanın ne anlamı var ki! Gerçekten çağdaş dünyanın herhangi bir anayasasında bir konuda birkaç maddenin -harfiyyen- aynı olması görülmemiştir. Hele bir yasa -iddia edildiği gibi- eğer büyük yaratıcıya aitse, tekrarlar içinde olmamalı. Zaman zaman vurgu yaptığım gibi bu, Kur’an’ın cidden önemli bir eksikliğidir.
Bir de Kur’an’da -örneğin- Yasin suresi 82. ayette, “Allah bir şeye, ‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” deniliyor. O halde acaba Allah’a zor mu geliyordu ki kalkıp göklerle yeri 6 günde yarattı, neden bir anda değil de 6 günde? Kaldı ki, ha altı gün demiş, ha başka bir rakam kullanmış fark etmez. Çünkü bu kuru bir iddiadır, bunun ispatı, bilimsellikle ilgisi yok; ortada rastgele kullanılan bir ifade ve altı günlük bir zaman var o kadar.
2) Yaradılışla ilgili az önceki ayetlerin bir kısmında; “Allah’ın 6 günlük yaratma mesaisini sadece yerle göklere verdiği” ifadesi geçiyordu; bazılarında ise bu altı günde hem yerle gökleri, hem de onların arasındakileri -artık gök neresidir, nereye kadardır, onunla yer arasında kastedilen nedir bu da bilinmiyor- yarattığından bahsediyordu. Bu çelişkinin tatminkâr bir izahı yoktur.
Ayrıca Kur’an’a göre, yerle göklerden farklı olan “Arş” adında uzayda bir yer daha vardır. Mesela; “Zuhruf ’ suresi 82. ayette; “O (Allah), göklerle yerin ve Arş’ın Rabbi, onların (inanmayanların) yakıştırmalarından uzaktır” diyor. Yine “Mü’minun” suresinin 86-87. ayetlerinde, “De ki, 7 gökle Arş’ın Rabbi kimdir? Onlar, ‘Allah’tır’ diyecekler” diyor. İlginçtir ki, Allah hem soru soruyor, hem de insanlar adına yanıt veriyor. Aynı soru bugün tahsil görmüş insanlara sorulsa ve (elbette ki Kur’an’ın içine bakmaları şartıyla) aynı yanıt alınacak mı? Kur’an mantığından hareketle, acaba Allah kâinatı yaratırken dünya ile göklere altı gün ayırdığını neden net olarak belirtiyor da Arş için bir zaman belirlemesinde bulunmuyor?
Kur’an’da yaradılış günlerinin sayısı belli, yaratılan şeyler de belli; ama Arş’a ayrılan zaman belirsiz. Aslında Tevrat’ta şöyle bir açıklama da var: Tanrı 6 günde kâinatı yarattıktan sonra 7. günü (Cumartesi) istirahat etti. Tevrat’a göre 7. gün (Sebt günü) tanrının istirahat günüdür. (32) Dolayısıyla, Arş’la ilgili Kur’an’da geçen “sümme isteva al’el Arş’i” Arapça ifadesinin anlamı şu oluyor: Altı günlük yaratma işinden sonra “Allah Arş’a oturdu”. Zaten Araplar “İsteva al’el arşi” dedikleri zaman, “tahta oturdu, tahta yerleşti...” gibi anlamları kastediyorlar. Aslında Kur’an’da Arş’la ilgili kullanılan “istiva” terimi, İslami yazarları çok uğraştırmış, bu konuda epey zoraki yorumlara girmişler; ancak ben onların yararsız ve mesnetsiz yorumlarıyla kitabı doldurmak istemiyorum.
3) Şu ilginç bir tespittir ki; Tevrat ve Kur’an’ın Allah’ı, gökler dediği koskoca evreni yaratırken, onlara 2 gününü ayırdığını; Güneş’in uydusu olan ve kâinata oranla küçücük bir cisim durumunda olan dünyaya 4 gününü verdiğini söylüyor. Hatta bazı ayetlerde (örn. Fussilet suresi, 10. ayet) şu çelişki de var: İlkin dünyayı 2 günde yarattığını söylüyor, buna ek olarak 4 günde dünyadaki bereketleri, dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor; ki toplam olarak 6 gün oluyor.
Ayeti yorumlayanlar burada şu yorumu getiriyorlar: Allah ilkin dünyayı iki günde yaratmış; düzenleme aşamasında kullanılan dört rakam içinde o ilk iki gün de vardır, o iki günle birlikte toplam olarak 4 gün oluyor deyip şöyle bir örnek de veriyorlar: Araplarda bir insan, “Ben dün bir kadınla evlendim, bugün de iki kadınla.” dediği zaman nasıl bazen bunun anlamı, dünkü kadın da dahil bugün aldığım yeni kadınla birlikte iki kadınla evlendim oluyorsa, tanrı da burada böyle bir anlam kastetmiştir, diyorlar.
Kabul edelim ki Tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış; yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin iki katı kadar zaman ayırması, ona biçilen büyüklükle ters orantılıdır. Kur’an Allah’ının kendisi de Kuran’ın bir yerinde gökleri yaratmanın zor olduğunu yazıyor. (33)
Peki nedir bu çelişkinin izahı? Aslında olay şudur: Hem Musa, hem de Muhammed döneminde teknolojik gelişmeler olmadığı için onlar gök cisimleri hakkında malumat sahibi değillerdi. Hatta diyebilirim ki, onların yaratma konusunda cesaret edip Tanrı’nın iki gününü göklere ayırmaları bile büyük bir başarıdır; o günkü koşullarda ancak bu kadar söylenebilirdi. Zira aşağılardan uzaya bakılınca gök cisimleri bir elektrik ampulü kadar görünmez.
4) Bakara suresi 29.ayetiyle Fussilet suresinin 9-12. ayetlerinde, kainat yaratılırken önce yer, daha sonra gök yaratılmıştır biçiminde bilgi verilirken; Naziat suresi 27-33. ayetlerinde ise tam da öncekilerle çelişen bir açıklama var. Burada önce gökleri, daha sonra yeri yarattığını söylüyor. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi içinde net çelişkileri mevcuttur. Bu gibi ayetler hakkında Kuran’ı açıklayanların (müfessirlerin) çoğu, çelişkileri bertaraf etmek için, şu yorumda bulunuyorlar: Allah, hammadde olarak önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı biçiminde yorum getiriyorlar. (34) Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır. Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri yarattığını görüyoruz.
Bir de İslamî yazarlara göre şu kıyas geçerli: Onlar, “Dünya bir binanın temeli, gökse çatısı gibidir. Hal böyle olunca, ilkin dünyanın yapılması gerekiyor” şeklinde hiç ilgisi olmayan bir mantık yürütüyorlar. Mesela, Fussilet suresi, 9-10. ayetleri ve diğer ilgili ayetlerin tefsirlerinde birçok müfessir benzer açıklamalarda bulunmuşlardır.
5) Bazıları şöyle bir kurtarma operasyonunda bulunabilirler: “Dünya cismen küçüktür ama ondaki hayat şartları, çeşitli canlılar vb. onun büyüklüğünü gösterir; ama böyle bir özellik göklerde yoktur. Bu nedenle eğer Tanrı dünyaya 4 gün vermişse fazla abartmamak gerekir…” şeklinde bir yorum. Bir kere dünya göklere nispeten ne kadar büyük de olsa tanrının ona fazla zaman ayırması gerekmiyor. Zira Kuran’ın, tanımını yaptığı Tanrı için bir şeyin büyüklüğü önemli değil. O halde neden dört gün? Bir de göklerde neler var, neler yok henüz kimse bilmiyor. O bakımdan, hemen peşin hükümle, “dünyanın yaradılışı uzaydan daha zordur…” demek doğru değildir.
Kur’an’da geçen (Enbiya, 30. ayet) dünya ile yerin başlangıçta bir parça olup sonra birbirlerinden ayrıldıkları, her canlının sudan yaratıldığı ve yine Allah’ın her yeri kuşattığı (Nisa suresi,126; Fussilet, 54) inancı, ispatsız bir iddia olmakla birlikte bir kere Muhammed’in ortaya attığı yeni bir şey değildir. Thales (İÖ. 640-548) bu konuda, “Her canlı sudan yaratılmıştır ve Allah her yeri kuşatmıştır” diyor. Tabi ki bu iddia Thales’in de icadı değildir. O da Sümer ve Mısır’da eğitim gördüğü için oralardan aktarmıştır. Kaldı ki Kuran’da geçen “Her canlının sudan yaratılma” cümlesinden neyin amaçlandığı da net değildir/açıklanmamıştır. Acaba iki cinsin birleşmesinden(sperm ve ovumdan) meydana gelen canlıları mı kasetmiş? Ki bu, görünen bir şey olduğu için herkes tarafından söylenebilir; bunun mucize ile alakası yok; veya başka bir şey mi kasketmiş buna herhangi açıklık yoktur. Dolayısıyla bunu fazla abartmanın bir anlamı yok.
Az önceki ayetlerin içerdiği anlam, (yani Allah’ın her yerde var olması, her yeri kuşatması gibi ayetler) ayni zamanda İslam felsefesinin de önemli bir ilkesidir. O zaman ister istemez tanrı hakkında çok yakışıksız sorular akla gelir: “bilindiği gibi dünyada çok kötü yerler de var. Peki Allah o kötü yerlerde de var mı, yok mu? Var denilse Allah’a yakışmaz; yok denilse o zaman söylenebilir ki, kâinatta tanrısız bölgeler, yerler var” gibi sorular.
Yaradılış ve ahretle ilgili kısmen Sümer mitolojisinden, kısmen Tevrat’tan ve biraz da Zerdüşt’ten sunulan bu bilgilerle, Muhammed’in konuya ilişkin kendi Kur’an’ında öne sürdüğü fikirlere köken oluşturduğunu izah etmeğe çalıştım. Verilen bilgilerden istenilen mesajın daha rahat anlaşılabilmesi için, toparlayıcı bir özet sunuyorum.
1) Sümer inançlarında sözü edilen cehennemde yedi (7) kapının olduğu yazılı. Bu, özellikle “Inanna’nın Ölüler Diyarına inişi” adli şiir biçiminde yazılmış tablette işlenmiştir (35) Kuran’da anlatılan Cehennem’in de yedi kapısının olduğu açıkça ifade edilmektedir: “Azgınların varacağı yer cehennemdir. Onun yedi kapısı vardır. Her kapıya o azgınlardan bir kısmi dağıtılmıştır” diyor (36) Burada dikkatimi çeken önemli bir nokta var: Sümer inançlarında varlığına inanılan cehennemin kapları 7 (yedi) dir diye net bir bilgi var; ancak onlara göre cennetinki kaç tanedir buna tabletlerde rastlanamadı.
Burada şunu belirtmek isterim ki, Kuran’da da cehennemin yedi kapısı olduğu yazılı; fakat cennetinki yazılı değil (ancak hadislerde 8 kapısı var diye gediyor). Anlaşılan, eski mitolojilerde cennetin kapıları hakkında bilgi olmadığı için Muhammed bu noktada cesaret edip de kendi Kuran’ında bir açıklama yapamamıştır. Yoksa niye cehenneminkini belirtiyor da cennetinkini hadislerle geçiştiriyor. Bu, önemli bir saptamadır.
İlginçtir ki, Kuran’da anlatılan cehennemle Kuran tanrısı arasında dostane bir diyalog söz konusu: Allah, kıyamet günü cehenneme seslenerek, “Acaba doldun mu?” diyecek; cehennem ise, “Var mı daha” sorusuyla karşılık verecek (37) Kuran’da Allah’la cehennem arasındaki bu olumlu ilişki hadislere de konu olmuştur. Sahih hadislerde Allah’la cehennem arasında şu diyalog gediyor: Anlatıldığına göre bir çeşidi soğuk, bir çeşidi de sıcak olan Cehennem, bir gün Allah’a, “İçim yanıyor müsaade et de bir nefes alayım ki içim rahat etsin” demiş. Allah da buna karşılık, “Senede iki sefer nefes al” diyerek kendisine izin vermiş. Muhammed sözlerini şöyle sürdürüyor: İşte kışın gördüğünüz aşırı soğuk, soğuk olan cehennemin/zemherinin almış olduğu nefestir; yazın gördüğünüz aşırı sıcaklık da sıcak cehennemin nefesidir” diyor (38)
Muhammed, güneşin altı ay kuzey yarım küreye, altı ay da güney yarım küreye gireceğini nerden bilsin ki! Cehennem rahat etsin, içini biraz boşaltsın diye Allah senede biri soğuk, diğeri sıcak olmak üzere kendisine iki sefer nefes alma izni veriyor! Halbuki yalnız bir yıl için iki sefer yaz, iki sefer de kış oluyor (Güney ve Kuzeyde olmak üzere) Ne yazık ki verdiği bilgi yanlış; ancak onun gayesi bu işin ölümden sonra gerçekleşip gerçekleşmemesi değil; toplumu -eskiden beri var olan- Cehennemle korkutup istediklerini rahatça onlara kabul ettirmekti denilebilir. İleride, “Muhammed tanrıya inanır mıydı yoksa” başlığını da gözden geçirince daha net anlaşılır ki Muhammed, Cehenneme inandığı için değil; amacına ulaşmak için insanlara karşı bunu bir taktik olarak kullanmıştır.
2) Sümerler, cehennemde cezayı uygulayacak görevlilerin bulunduğuna, bunların başında da Ereşkigal adında cehennem tanrıçasının olduğuna, bu görevlilerin çok katı ve sert olduklarına inanırlardı. (Örneğin, NETI ve NERGAL gibi) Daha önce sözünü ettiğimiz Cennet ve Cehennem’le ilgili tabletlerde bunlar anlatılıyor.
Bu sert görevlilerin varlığını Kuran da kabul ediyor: “Cehennemin bir çeşidi olan Sekar’da ondokuz görevli melek vardır. Biz o ateşin başında melekler görevlendirdik…” (39); “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi o ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlarla taşlardır. Onun başında öyle melekler vardır ki iri mi iri, çetin mi çetin. Allah onlara ne talimat vermişse karşı koyamazlar ve eksiksiz olarak yerine getirirler.” (40)
3) İslam’a göre ahrette kılıçtan keskin bir köprü olacağı, herkesin onun üstünden geçeceği, Kuran’a göre hareket edenler için geniş bir caddeye dönüşeceği, günahkârlarsa üstünden geçerken düşüp cehenneme yuvarlanacakları inancı vardır. Ahiret efsanesi hakkında Tevrat’ta malumat olmadığı için Muhammed’in bu konuda Zerdüşt inancını tercih ettiği rahatlıkla söylenebilir. Zerdüşt’ün köprü hakkındaki görüşüne daha önce kısaca değinilmişti. Yine Kuran’a göre Adem’le Havva cennetten kovulunca üzerlerindeki elbise alınır. İslam inancına göre insanlar kıyamet günü dirilince hepsi yalın ayak ve çıplaklar. Sümer mitolojisinde de aşk tanrıçası, yeraltı dünyasına/cehenneme gittiğinde, elbisesi dahil üzerindeki tüm eşyası oradaki görevliler tarafından alınmış inancı vardı. (41)
4) Sümer mitolojisine göre Enki, Dilmun denilen cennetteki bitkilerden yiyince hastalanır. Onun ağrıyan yerlerinden biri de kaburga kemikleridir. Enki’nin bu bitkilerden yemesi -her nedense- tanrıça Ninhursag’ın hoşuna gitmediği için onu lanetler; ama daha sonra yine kendisini affeder. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta, Adem’le Havva efsanesi gibi Sümer inançlarında var olan bu olayın eril Enki ile dişil Ninhursag arasında meydana gelmiş olması.
Yine tabletlerdeki bilgilerden hareketle onların Dilmun denilen cennetlerinde ilk etapta suyun bulunmamış olması; daha sonra Güneş tanrısı Utu/şamas tarafından var edilmesi ve bunun sonucu olarak da her tarafın bağ-bahçe, yeşillik olması gibi ortak bilgiler söz konusu. Ayrıca bu cennette bal ile hurma ağacının bulunması, Enki ve Ninhursag arasında yaşanan bu olaydan dolayı artık kadın doğumlarının o tarihten bu yana sancılı geçeceği gibi hem Tevrat, hem de İslam’da var olan bilgilerin kökenine gönderme yapacak açık kanıtlardır. Çünkü Kuran da Cennette hem hurma, hem de bal ırmağı bulunduğunu yazıyor. (42)
Ayrıca Kuran’ın nerdeyse her sayfasında “Altlarından ırmaklar akan cennetler” ifadesi kullanılırken bir yerde bu ırmaklardan dördünün ismi belirtiliyor: “Bozulmayan su ırmağı, tadı değişmeyen süt ırmağı, içenlere lezzet veren şarap ırmağı ve safi süzme bal ırmağı” diye anlatılıyor ve cümlenin sonunda, “O cennetlerde her meyveden bulunur” deniliyor (43) Bundan kesin olarak şu ortaya çıkıyor ki, Kuran’da Cennetle ilgili defalarca tekrar edilen “Altlarından ırmaklar akan” gibi inançlar köken itibariyle Babil Asma Bahçeleri’ne dayanır. (*)
5) Dilmun’da hastalanan Enki’nin ağrıyan yerlerinden birinin kaburga kemikleri olduğu daha önce yazıldı; buna benzer bir olay hem Tevrat’ta, hem de Kur’an’da Muhammed’in hadislerinde vardır. Kur’an’da kaburga kelimesi geçmiyor; ancak kadının erkekten yaratıldığı biçimindeki mutlak ifade birkaç yerde kullanılıyor (44) Muhammed’se bu konuyu kendi hadislerinde Tevrat’la tam paralel bir biçimde açıklıyor ve “Kadının, erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığını” net bir ifadeyle belirtiyor (45)
Hele Dicle ile Fırat ırmakları gerek Sümerlerin kanunlarında, gerekse Tevrat’la İslamî kaynaklarda sık sık kullanıla gelen iki önemli nehir. Sümerlerin en eski kanun yapımcılarından Ur-Nammu kendi kanununun önsözünde Dicle ile Fırat’tan övgüyle söz etmiştir (46) Yine Esnunna’nın kendi önsözünde okunan kısımda Dicle ırmağından söz ettiğini görüyoruz. Kim bilir belki tabletin okunmayan yerlerinde Fırat’ın ismi de yazılmış.
Muhammed bu konuda, “Bana Mirac gecesinde dört ırmak gösterildi. Bunların ikisi Dicle ile Fırat ırmaklarıydı.” diyor (47) Tevrat’ta ise Havva’nın, Adem’in kaburga kemiklerinden yaratıldığı açık bir ifadeyle yazılıdır (48) Ayrıca Tevrat’a göre Adem ile Havva’nın içine atıldıkları Cennette başlangıçta su olmadığı için tanrı dört kolu olan bir ırmak yaratır; kolları Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat’tır (49) denir.
Olayın masal yani bir tarafa; bir de tanrı acaba neden Sümerlerde önemli olan Dicle ile Fırat’ı hep işliyor; hatta Muhammed’i göklere götürürken bile oralarda kendisine Dicle ile Fırat nehirlerini gösteriyor? Halbuki dünyanın en büyük nehri ABD’deki Missisippi’dir; acaba tanrı niye buna da değinmemiş kendi kutsal kitaplarında!
6) Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç… gibi terimler sıkça kullanılıyordu (50) Muhammed, Kur’an ve hadislerinde Sümerlerden kalma bu yedi rakam hikayesini aşırı derecede işlemiştir. Buna birkaç örnek vereyim:
*Cehennemin 7 kapısı olduğunu Kur’an açıkça ifade ediyor (51)
*Kur’an, dünyadaki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa ve 7 deniz daha da olsa yine Allah’ın kelimeleri bitmez diyor (52) Neden 7 deniz denmiş; acaba İslam inancına göre daha fazla bir rakam olsa Allah’ın kelimeleri biter mi!
*Kur’an, birçok yerde göklerin, bir yerde de yerin yedi kat olduğunu yazıyor (53)
*Sadaka konusunda verdiği örnek yine 7 sayısı ve onun katlarıyla ilgilidir. şöyle ki, Allah katında mallarını harcayanların durumları 7 başak veren bir tohum gibidir. Her başakta 100′er tane bulunan ve toplam 7 yüz eden bir tohum benzetmesi yapılıyor (54)
*İslam’ın temel şartlarından biri olan hac ibadetinde Ka’be etrafında yapılması gerek tavafın/tur atmanın, yine Safa tepesiyle Merve arasında yapılması gereken Sa’y'in/koşmanın ve Mina denilen yerde bulunan her üç taş heykeline atılan taşların (ilginçtir ki taşa taş atılıyor ve bununla cennet kazanılıyor) 7′şer olması, bu inancın batıl bir mitolojiden geldiğini sanki çağrıştırmaz mı!
*Kur’an’da efsaneleri anlatılan Ashab-i Kehf sayılarından söz edilirken, yine 7 rakamı kullanılmıştır (55)
*Muhammed’in, “Çocuk 7 günlük iken sünnet edin” demesi ve torunları Hasan ile Hüseyin’i 7 günlük iken sünnet etmesi ve ayni fikrin Tevrat’ta da yazılmış olması (56)
*Yine tanrının kainatı 6 günde yaratıp 7. günde istirahat etmesi (Tevrat’a göre), Kur’an’a göre de arşa yönelmesi (ki toplam olarak yine 7 gün oluyor) Sümerlerdeki 7 gün adetiyle aynı olması.
*Muhammed’in, “Çocuklarınız 7 yaşına gelirken namaza alıştırın” deyip burada da yine yedi rakamını seçmesi.
*Yeni doğan çocuklar için kesilen Akika olsun, diğer kurbanlarda olsun bir sığır veya devenin 7 kişi için yeterli görülmesi.
*İslam’ın, haftanın günlerini 7 olarak kabul etmesi.
*Kur’an’da Yusuf suresinde Hz. Yusuf dönemindeki melikin (hükümdarın) rüyasında yedi cılız inekle yedi semiz inek ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görmesi ve Yusuf’un bunu tabir ederken yedi bol yıl ile yedi kıtlık yılını kullanması ve burada da yedi rakamının kullanılması (Yusuf suresi, 43-49. ayetler) gibi. İslam’la Sümer inançlarında Yedi (7) rakamıyla ilgili benzer örnekler çoğaltılabilir. Bu kadar benzerliklerden soru işaretlerinin oluşmaması mümkün değil!
7) Hem Sümer mitolojisinde, hem de Kur’an’da insanın yaradılış amacının tanrıya/tanrılara hizmet etmek olduğu ortak olarak işlenmiştir. Kur’an’da Allah’ı tanıma, ona kulluk etme şeklinde, Sümerlerde ise daha farklı çimde buna inanılmıştır. Ama ne olursa olsun sonuçta işin içinde tanrı hizmeti söz konusudur ve bu inanç da her ikisinde ortaktır (57)
8) Kur’an’da defalarca işlenen (58) insanın çamurdan yaratılış efsanesi, hem kutsal dinlerde, hem de Sümerlerde var olan ortak bir inançtır.
9) Kur’an’da anlatılan cennette, içkiden- hem de az değil; ırmak biçiminde- söz ediliyor (Muhammed suresi 15. ayet) içki olayı Sümerlerin, “Inanna’nin Yeraltı Dünyasına İnişi” adli efsanelerinde -farklı biçimde de olsa- anlatılmıştır (59)
10) Tevrat’ta Adem’le Havva’nın içine bırakıldıkları cennetin/ bahçenin ismi Adn olarak gediyor. Hatta Tevrat’ta bu yerin dünyada doğu tarafında bir bölgede olduğu da yazılı. O zaman Sümer inançlarıyla tamamıyla çakışıyor. Kur’an’da ise Adn/Aden ismi 11 yerde yazılmıştır (60)
11) Kur’an’a göre -erkekler de dahil- cennette altın bilezikler ve inciler takılacakmış, bir de o cennetlerde ipek elbise olacakmış (61) Benzer inançlar Sümer mitolojisinde de var. Tanrıça Inanna, Çoban tanrısı Dumuzi’yi kurtarmak için yeraltı dünyasına gidince, lacivert taşlardan (incilerden) hem göğsüne, hem de boynuna “çifter çifter” asıyor. Ayrıca altın yüzükle gerdanlık ve temiz elbise giyiyor. Bir de gözlerine sürme gibi şeyler sürüyor(62)
12) Tevrat’ta Allah hayvanları ilk yarattığı zaman Adem’e, “Onlara sen isim tak” derken, tüm canlıların isimlerini Adem takmış. Aynı olay Kur’an’da da anlatılmaktadır. (63)
13) Adem’le Havva cennetten/bahçeden uzaklaştırılınca, Allah’ın emriyle üzerlerindeki elbise (ceza olarak) alınır, çıplak kalırlar. Sümerlerde de aşk tanrıçası Inanna, Çoban tanrı Dumuzi’yi kurtarmasi için yeraltı dünyasına gidince, üzerindeki elbiseleri alınır. Şu benzerlik de önemli ki, bu olay nasıl Sümerlerde koca karı olan Enki ile Ninhursag arasında yaşanmışsa, Kur’an’a göre de kari koca olan Adem’le Havva arasında yaşanmıştır (64)
14) Yine Kutsal kitaplardaki cennetle Sümerlerin cenneti Dilmun’un ortak yanlarından biri, meydana gelen hoşnutsuzluğun son olarak tatlıya bağlanmış olması. Nasıl Havva ile Adem en son affedilmişlerse, hastalanan Enki de tanrıça Ninhursag tarafindan son olarak bağışlanmıştır.
15) Tevrat ve Kur’an’a göre tanrı, Adem’le Havva’yı, hayat ağacına yanaşmamaları konusunda uyarır; fakat onlar bu yasağı çiğneyip ağaçtan yeyince, hoşnutsuzluk meydana gelir (65) Dilmun’da da Enki’nin bitkilerden yemesi, Tanrıça Ninhursag’la arasını açar. Tabletlerde net olarak, “O bitkiler Enki’ye yasaklanmıştı” anlamında bir ifadeye rastlanamadı; ancak olayın seyrinden böyle bir yasak da anlaşılıyor; yoksa tanrıça Ninhursag neden Enki’ye kızsın ki!
16) Tevrat ve Kur’an’da anlatılan Adem’le Havva’nın çocukları Habil ile Kabil’in efsanesine benzer efsanenin Sümer mitolojisinde anlatıldıkları daha önce yazıldı. Orada konuya ilişkin şunlar anlatıldı: Hava tanrısı Enlil, Enten ve Emeş adlarında iki kardeş tanrı yaratır. Bunlardan Enten hayvancılıktan, Emeş de ziraî ürünlerden sorumlu tutulur. Bir gün bunların arası açılır ve birbirleriyle kavga ederler. Durum tanrı Enlil’e iletilince, kendisi hayvancılıktan sorumlu Enten’e hak verir (66) Bu efsane Kur’an ve Tevrat’ta da işlenmiştir; ancak Sümerlere göre Emeş’le Enten en son anlaşırlar, Tevrat ve Kur’an’a göre Kabil/Kain Habil’i öldürür. Tabi ki bir efsanenin zaman içinde bu kadar değişikliklere uğraması gayet normaldir (67)
Yine daha önce kendilerinden söz ettiğimiz Lahar ve Aşnan kardeşlerin efsanesi de aynen Habil-Kabil’inkine benzer. Şiir biçiminde yazılan tabletlerin bir kısmi henüz okunmamakla birlikte, okunan kısımda aralarının açıldığı, birbirleriyle kavga ettikleri ve sonuçta tanrı Enlil ile tanrı Enki’nin araya girmeleri yazılı. Ancak tabletlerden okunan kısımda bu iki tanrının verdikleri karar hakkında bir bilgi yok. Kim bilir belki okunmayan bölümlerde bu karar da yazılmış (68)
Habil-Kabil efsanesi Kur’an’da özetle şöyle geçiyor: Adem’in iki oğlu (ki hadislerde Habil ve Kabil olarak geçiyorlar) birer kurban takdim ediyorlar/Allah’a sunuyorlar. Tanrı birininkini (Habil’inki) kabul eder, diğerinkini (Kabil’in) ise kabul etmez. Bu nedenle Kabil, Habil’i öldürür. Daha sonra cenazesini gömmek için tanrı tarafından bir karga gelip toprak deşer ve onun cenazesini gömer. Katil olan kardeş (Kabil) bunu görünce pişmanlık duyar (69)
Burada efsanenin Sümer mitolojisiyle ortak olan açık tarafı, Lahar-Aşnan ve Emeş-Enten gibi bunların kardeş olmaları, birinin hayvancılıktan, diğerinin tarımdan sorumlu olması, her ikisinin de kendi ürünlerinden tanrıya sunmaları ve sonuçta tanrının birine hak vermesidir.Kuran, Tevrat ve Sümer tabletlerindeki bu bilgilerin bu kadar benzerlik göstermesi çok ilginçtir. Dimitrov Tesla ''Alıntı''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.