14 Kasım 2018 Çarşamba

İNSAN BEYNİ VE KAİNATIN ÇÖZÜLEMEYEN SIRLARI



İnsan beyninin hala çözülemeyen sırları!




Evrendeki en büyük gizem: İnsan beyni!

İnsan beyninde yaklaşık 100 trilyon sinaps bulunur. Sinapslar, sinir hücrelerinde kimyasal geçişin gerçekleştiği yerlerdir. Vücuttaki herhangi bir hücre, sinapslar yoluyla, 1.000 ayrı beyin hücresi ile bağlantı kurabilmektedir. Bu olağanüstü ağ sayesinde meydana gelen bilgi işlem hızı,gerçek anlamda hayret vericidir. Tek bir bit’lik bilgi, bir anda tam 100.000nörona ulaşabilmektedir. Bu özelliği ile beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüz binlerce kat daha hızlıdır. Böyle mükemmel bir eserin, aynı hız ve aynı özelliklere sahip bir benzerinin yapılması, IBM’in teknoloji müdürü Dr. Kerry Bernstein’ın ifadesiyle, mümkün gözükmemektedir.
Dünyada aynı anda yüz milyonlarca telefon görüşmesi yapılabilir. Dünya çapındaki bu ağ, oldukça üstün ve kapsamlı bir ağdır. Bu gerçeğe karşın bu büyük ağ, tek bir insan beyni ile karşılaştırıldığında oldukça sıradan kalır. Tek bir insanın beyninin içinde ortalama 100.000.000.000 (yüz milyar) nöron (sinir hücresi) bulunmaktadır. Bu mükemmel ağı daha iyi anlamak için şu örneği verebiliriz: Beyindeki bu nöronlar, sahip oldukları uzantılardan uç uca eklenecek olursa, uzunlukları birkaç yüz bin kilometreyi bulmaktadır. Bilim adamlarının beyni, “evrendeki en büyük gizemlerden birisi” olarak tanımlamasına neden olan en önemli unsurlardan bir tanesi, bu olağanüstü ağın varlığıdır.
1406712353_img20140730085552.jpg
Beyin, yaklaşık olarak %80 su, %10 yağ ve %8 proteinlerden meydana gelir. Geri kalan bölümünü ise, karbonhidrat, tuz ve diğer mineraller oluşturmaktadır. Beyindeki her sinir, elektrokimyasal sinyaller alarak işler. Sinir ağları, çok sayıdaki bağlantılarını zayıflatarak veya güçlendirerek anıları saklarlar. Ve bunun sonucunda da hafıza oluşur.
Alışılmadık durumlarla karşılaşılması, örneğin ilk defa bakılan bir portre, hücrelerin kendi aralarında farklı düzenlemelere girmelerine neden olur. İlgili sinirler aniden bağlantılarını güçlendirir ve karşılaşılan durumu tanımlamaya çalışırlar. Kaydedilen veriler, ikinci deneyimde, işlemin daha hızlı gerçekleşmesini sağlar. Dolayısıyla aynı portreye ikinci defa bakıldığında portre artık tanıdık gelecektir. Yaşam boyu tekrarlanan işlemler, genel bir görüntü olarak beyinde saklanır. Beyinde hafızaya kaydedilen her an, 100 milyar sinirin saatte 400 km hızla yaptığı 1.000 ila 500.000 arasındaki bağlantı sayesinde gerçekleşmektedir.
Böylesine müthiş bir kapasiteye sahip olan beyin, sadece loş bir lambayı aydınlatabilecek kadar enerji kullanmaktadır. Vücut ağırlığımızın sadece 50′de biri olan beyin, vücudun tüm oksijen ve glikoz ihtiyacının beşte birini tüketmektedir. Beyin öylesine önemlidir ki, kalpten çıkan ilk kan ona gönderilir, herhangi bir sebeple bedende kalan az miktarda kan ise, öncelikle onu hayatta tutmaya çalışır. Kalp, damarlar ve tüm diğer organlar ise, adeta bu gerçeği bilirler.
Teknolojioku.com Murat Paksoy
Kaynak:http://www.ilgincbirbilgi.com

Buraya kadar yazılan bilgileri okuduysanız bir miktar bilgi öğrenmiş fakat çok daha fazla soruyu aktive etmiş olmalısınız. 
Örneğin benim aklıma gelen ilk soru şu oldu: Beyin adı verdiğimiz bu gizemli yapıyı çözebilmek için acaba konuya doğru açıdan mı bakıyoruz? Öyle ya ilkokuldan beri bizlere anlatılan temel bilgilerden birisi eğer bir problemde ''soruyu'' anlayamazsanız ''cevaba'' ulaşmak neredeyse imkansız olduğuydu. Müfredatta bizlere öğretilenler ile yola çıktığımızda ve cevabı ararken aynı yolu kullandığımızda madem bu sırrı çözemiyoruz öyleyse bizimde absürd, mantıksız yada marjinal yollar deneyerek cevabı aramamız gerekmez mi? Pek tabiiki birçok absürd yöntem cevaba yaklaşamayacak ve anlamsız sonuçlara doğru bizleri yönlendirecektir, fakat belki de bu sırrın çözümünde şöyle bir yöntem izlemek bizlere sozsuz bilginin kapılarını aralayabilir.
Uzay dediğimiz ve aslında varlığı halen daha tartışma konusu olan sonsuz boşluk olgusu pek çoğumuzun zihninde yer etmiş sıradışı bir kavramdır, gezegenlerin arasındaki devasa mesafeler, en yakın yıldızların dünyaya olan uzaklıklarının ışık yılı bazında ölçülüyor olması, güneş sistemimizdeki ayın ve güneşin hareketleri, bunların hepsi ölçülebilen ve rakamları uzun yıllar önce ortalama olarak açıklanmış değerlerdir. 
Amacım dikkatleri başka bir noktaya ''belki de'' çözülemeyen bazı sırları aydınlatma yolunda bir adım atmak olduğu için bu yazımda yer merkezli evren yada güneş merkezli evren tartışmasına hiç değinmeyeceğim, 
Peki ya bizler Uzaklık / Yakınlık kavramını şimdiye kadar hep yanlış algılamış olabilirmiyiz? Uzay yada Evrenler aslında boyut algısı ile ilgili birer illizyon yada yanılsama olabilirmi? Neticede bilim adamları bir süredir ''Herşeyin Teorisi'' ni açıklayabilmek için boşluklara göre değil de ''Sicim teorisi'' denilen tel yada ipliksi bir sarmal üzerinde çalışıyorlar ve atom altı parçacıklarına inildiğinde bilinen tüm fizik kuralları geride kalıyor... Bu titreşimsel sicim bağları bilinen her türlü maddenin temelini oluşturuyor ve katı maddelerin dahi %99.9 unun aslında boşluktan ibaret olduğu bir süre önce kanıtlandı.

Bu bağlamda aslında beynimizdeki nöron yapısı ve snapsler ile uzayın & yıldızların ve yıldız kümelerinin yapısı arasında büyük benzerlikler vardır, bir çeşit enerjisel bağ, bir çeşit elektriksel veri transferi ve sonsuz titreşim & spiral döngüsü...
Ya aslında beynimizin içi uzay boşluğu olarak adlandırdığımız yer ile boyutsal anlamda iç içeyse? Neticede mikrodan makroya her zerrenin birbiriyle doğrudan bağlantı halinde olduğunu biliyor ve konuyu sadece 3B algısıyla anlamlandırmaya çalışıyoruz. 



Eleştirmeden önce şunu unutmayın, büyüklük & küçüklük ve görecelilik kavramları sadece algısaldır ve gözlerimizle gördüğümüz tüm görüntüler aslında elektriksel sinyaller ve optik birer illizyondur.
Dimitrov TESLA...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.