14 Haziran 2019 tarihinde vizyona çok ilginç bir film girdi, film henüz Türkiyede yayınlanmadı fakat bu yazının sonunda eminim sizde filmi izlemek isteyeceksiniz, bende henüz filmi izlemedim ancak fragmanından ve almış olduğu imdb puanından ötürü çok sürükleyici ve şaheser kategorisinde bir film olmadığını düşünüyorum ancak filmde işlenmiş konular, bağlantı şekilleri, dinlere bakış açısı, reptillianların ilk kez bu kadar açık bir şekilde ifşaa edilmesi ve hatta milyonlarca yıllık yaşam döngüsünde dinazorların yaşadığı iddia edilen çağlardan günümüze kadar olan süreçte sürüngenlerin evrime olan müdahaleleri ve maymun türlerine yapılan genetik müdahale sonrası evrimin hızlandırılması sonucunda türümüzün gelişim süreci teorisi ayrıntılı ve çarpıcı bir şekilde işlenmiş.
İron sky ''The coming Race'' filminde neler mi anlatılıyor?
Aldebaran a seyahat eden nazilerin Vrill örgütü
Oyuk dünya teorisi ''Agartha'' Shambala
Nükleer savaş sonrası aydaki üsde yaşayan insanoğlu
Reptilian Draconian Sürüngen ''Shape shifter'' ifşaları
Adem Havva ve ''Elma'' motifi konusuna farklı bir bakış açısı
Kutsal kase ve ölümsüzlük sıvısı
Jesus un son akşam yemeği tablosunun canlandırılması
12 Havarinin tamamının kimliğinin açıklandığı iddiası
Amerika başkanı motifinin isim olarak değilde mevkii & yetki olarak betimlenmesi
Caligula kimdir?
https://arkeofili.com/cilgin-caligulanin-yaptigi-10-ilginc-sey-1/
Josef Stalin kimdir?
https://onedio.com/haber/tarihe-adini-kanla-yazan-josef-stalin-hakkinda-muhtemelen-hic-duymadiginiz-14-bilgi-712866
Hitler
Papa 2. Urban
Usame bin Ladin
Mark Zuckerberg
Cengiz Han
Yam yam olarak tanınan Idı Amin
Mao Zedong
Kim Jong Un
Margaret Thatcher
Vladimir Putin
Bu isimler hakkında çarpıcı iddialar mevcut, Filmdeki en şaşırtıcı betimlemelerden birisi Hz İsa ile Hitler karakterinin özdeşleştirilmiş olması ve Kraliçe Elizabeth in değilde Margaret Thatcher in isminin kullanılması olsa gerek.
Tarihe yön veren bu karakterlerin tamamının Reptilian olduğu iddiası, aynı eserde bu şekilde ayrıntılı bir biçimde ilk defa işlendi, bu yönden bakıldığında film ya dikkat çekmek adına hayal dünyası geniş kişiler tarafından kurgulanmış bazı ütopik teorilerden ibaret, yada sağlam ifşalarla dolu oldukça dikkat çekici, düşündürücü hatta beyin yakan bir konu içeriğine sahip.
Yazımın sonunda Dron Evreni adlı kanalın konuyla ilgili çok başarılı bulduğum video linkini ekleyeceğim, konuyu daha iyi idrak edebilmeniz adına mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=6UGKGWchUo0
Dimitrov Tesla...
13 Eylül 2019 Cuma
27 Temmuz 2019 Cumartesi
DEPREM ANINDA HAYATTA KALMANIZI SAĞLAYACAK BİLGİLER
“Adım Doug Copp'' Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. 875 yıkılmış binaya sürünerek girdim, 60 ülkeden kurtarma ekipleriyle çalıştım, birçok ülkede kurtarma ekipleri oluşturdum ve çok sayıda ülkede birçok kurtarma ekibinin üyesiyim. 2 Yıl boyunca birleşmiş milletler felaket "azaltma" uzmanıydım. 1985'ten beri aynı anda gerçekleşenler hariç dünyadaki bütün büyük felaketlerde çalıştım.
1996'da benim hayatta kalma metodumun geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptık. Türk hükümeti, İstanbul belediyesi, İstanbul üniversitesi, Case yapımcılık, ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptılar. İçinde 20 maket olan bir okulu ve evi yıktık. 10 maket "çömel ve korun" metodunu uygularken, 10 maket "hayat üçgeni" metodumu uyguladı.
Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film "çömelip korunan/saklanan" kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu. Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak % 100 oldu.
Bu film Türkiye'de ve Avrupa'nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika'da Real TVN programında izlendi. Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu "ayıptı, gereksizdi" ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara okullarda bir ''şeyin/eşyanın/sıraların'' altına saklanmalarının öğretildiğini bilmiyordum!!!
Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim "hayat üçgeni" dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir. Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Her yerdeler. Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir. Deprem anında hayatta kalma, ailelerine bakma ve başkalarını kurtarma hakkında 750 bin nüfuslu Trujillo kentinin itfaiye bölümünü eğittim. Trujillo İtfaiye Departmanının kurtarma şefi Üniversitede profesördür. Bana her yerde eşlik etti. Kişisel ifadeleridir:
“Adım Roberto Rosales. Trujillo kurtarma ekibi şefiyim. 11 yaşındayken çöken bir binada mahsur kaldım. Mahsur kalışım 1972 yılında 70.000 kişini öldüğü depremde oldu. Erkek kardeşimin motosikletinin yanında oluşan “hayat üçgeni" içinde hayatta kaldım. Yataklarının veya sıraların, masaların altına giren arkadaşlarım ezilerek öldüler “
DOUG COPP'UN ÖNERİLERİ
1) "Binalar çökerken basitçe "çömelen ve korunan" kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz.
Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir >koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın.
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir "frekans aralığına" sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı kadar. Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü. Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi.
Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar bulunur/oluşur.
1 Temmuz 2019 Pazartesi
ÖLÜMSÜZLÜĞE ULAŞACAĞIMIZ TARİH SONUNDA AÇIKLANDI
Ünlü fütürist Dr Ian Pearson İngiliz basınına verdiği bir demeçte insanoğlunun ölümsüzlüğe ulaşacağı tarihi açıkladı.
- İnsanoğlunun tarih boyunca en büyük hayali olan ölümsüzlük önümüzde 31 yıl içinde yani 2050 yılına geldiğimizde gerçek olacak.
- Bu iddianın sahibi ünlü fütürist Dr Ian Pearson. İngiliz basınına konuşan Pearson 1970'den sonra doğacak çoğu kişinin ölümü tatmayacağını öne sürdü.
- Genetik mühendislik alanında ciddi ilerlemeler olduğunun altını çizen Pearson, 2050 yılına geldiğimizde gelişen yapay zeka, robotik bendenler ve genetik mühendisliğindeki ilerlemeler sayesinde insanoğlunun doğduğu bedene ihtiyacı kalmayacağı iddiasında.
- İnsanoğlunun bilincinin makinelere yüklenebileceğini savunan Pearson, bilincin korunması sayesinde vücudun ölmesi durumunda bile kişinin başka bir bedende yaşayacağını öne sürdü.
- Benzer bir iddia geçtiğimiz yıllarda Teknoloji devi Google’ın baş fütüristi Ray Kurzweil'dan da gelmişti.
- ‘’2029 yılında tıbbi teknolojiler, kalan ömrümüze her yıl bir yıl daha katacak evreye gelecek’’ diyen Kurzweil, beynimizin bir bulut sistemine bağlanacağını ve nano teknolojili tıbbi cihazların bağışıklık sistemimizin yerini alarak kanser, dolaşım sistemi hastalıkları gibi sağlık sorunlarının üstesinden geleceğini öngörüyor.
- Tıpkı 2 milyon yıl önce insan beynindeki ‘frontal korteks’in evrim geçirerek zekileşmesi gibi bir değişim geçireceğimizi belirten Kurzweil, bu evre geldiğinde bilişsel faaliyetlerin, duyguların, iletişimin çok daha yoğun olacağını ifade etti.
- ‘’İnsanlar arasında daha karmaşık iletişim formları kurulacak, duyguları daha derinden etkileyecek müzik eserleri icra edilecek, mizah anlayışımız için daha komik şakalar yapılacak ve daha duygusal aşklar yaşanacak’’ diyerek giderek mükemmelleşecek bir insan zekasını tarif etti.
- Kurzweil ölümsüzlük öngörüsünü 2 temel gerekçeye dayandırmıştı. Bunlardan birincisi, gelecekte teknolojinin daha güçlü, daha küçük boyutlu ve daha ucuz olacağı gerçeği.
- Kurzweil buna örnek olarak, şu anki Android işletim sistemli cep telefonunun 1960’larda MIT’de kullanılan 11 milyon dolar değerindeki o dönemin süper bilgisayarlarıyla benzer işlevleri yerine getirebilmesini gösterdi.
- Fütürist ikinci gerekçesini ise, ABD’nin Connecticut eyaletindeki bir tıbbi araştırmalar merkezinin çalışmalarına dayandırıyor. Buna göre, diabetle mücadele araştırmaları merkezi Joslin Diabetes Center, hayvanların daha çok yemek verilmesine rağmen şişmanlamamasını sağlamayı başardı. Kandaki şekeri algılayarak şişmanlamaya neden olan reseptör genin pasif hale getirilmesiyle, hayvanların yaşam sürelerinin uzadığı görüldü. Kurzweil, buna benzer araştırmalar sonucunda üretilecek teknolojiyle insanların sonsuza kadar yaşayacaklarını düşünüyor.
18 Haziran 2019 Salı
TRUMP AİLESİ VE ZAMAN YOLCULARI
1893 yılında yazar Ingersoll Lockwood'un Baron Trump's isimli kitabında anlatılanlar ile Trump ailesi arasında dikkat çeken benzerlikler var.
Cassandra Parra isimli gencin Kongre Kütüphanesinin websitesinde bulduğu bu kitapta yakaladığı detayları twitter hesabı @casa_parra üzerinden paylaşmasıyla sosyal medyada Trump ve ailesinin zamanda yolculuk yapıyor olabileceği gibi birçok söylenti ortaya çıktı.
Kitapta bir kalede yaşayan soyisimleri Trump olan zengin bir ailenin çocuğu Baron Trump anlatılıyor. Bildiğimiz gibi Donald Trump'un oğlunun ismi Barron Trump..
Zengin ve sıkıcı hayattından sıkılan Baron Trump ve köpeği Bulgar maceraya açılıyor ve zamanda yolculuk yapabildiği gizli bir kapı buluyor.
Kitapta Baron Trump'un akıl hocası "Don" bu da Donald isminin kısaltması. Hikayede Baron'un bulduğu kapı ile Rusya'ya seyahat etmesi akıl hocası Don'un önermesiyle oluyor.
Böylece macera Rusya'da geçiyor. Başka bir ilginç detay bu çünkü Melania Trump Rus kökenli..
Başka bir devam kitabı 1896 yılında yazılan "The Last President" yine günümüz ile garip benzerlikler anlatıyor.
Kitapta New York 5. caddede yaşayan çok zengin bir adamın başkanlık için yarışıp kimsenin kazanmasını beklemediği yazıyor.
Trump Tower 5. Cadde'de ve Donald Trump tıpkı kitaptaki gibi adaylığını koyduğunda kimse kazanmasını beklemiyordu.
Kitapta Lafe pence isimli kişinin tarım bakanı olduğu yazıyor ve ABD'nin şu anki Başkan yardımcının ismi Mike Pence..
Başka bir detay Donald Trump'un amcası fizikçi ve mucit olan John George Trump ile ilgili;
1943 yılında Nikola Tesla fiziksel bedenini terk ettikten sonra tüm çalışma ve araştırmaları Amerikan Hükümeti ve FBI tarafından el konulmuştur.
Yaşamı boyunca dahice projeler üreten Tesla'nın çalışmaları anlaşılamayınca mühendis yardımı almak için John G. Trump seçiliyor.
Uzun süren incelemeler sonunda John G. Trump çalışmalardan bir sonuca varamadığını söylüyor ancak söylentilere göre Tesla'nın fikirlerini gizlice kullanıma geçirmiş olabilir.
Nikola Tesla zaman yolculuğu hakkında deneyler yapmış “Geçmişi, bugünü ve geleceği aynı anda görebiliyordum.“ sözünü söylemiştir.
1800 yıllarında yazılan kitaplar ile günümüz arasında garip paralellikler olması Trump Ailesinin zamanda yolculuk yapıyor olabileceği, kitap yazarı Ingersoll Lockwood'un bir kahin olabileceği veya Trump'un çok önceden düşünülen zekice bir plan olduğu iddaalarını ortaya çıkardı.
Belki de sadece 19. Yüzyılda yazıldığı sanılan kitap günümüzde oluşturuldu ve eski bir kitap olduğuna inandırıldı. Böylece Trump ve Amerika'nın gizemli bir güce sahip olduğu konuşulması istendi.
Ancak olmayan bir kitabın iki asır var olduğunun söylenmeside çok basit değil..!
Beyin yakan konu hakkında sorulması gerekenler;
- Trump ailesi gerçekten zamanda yolculuk yapıyor olabilir mi?
- Zamanda yolculuk yapılıp geçmişe müdaheleler olduysa dünyada asıl olması gereken gerçeklikten neler değişti ?
- Kader kavramı zamanda yolculukla geçmişe gidilse bile olacak olayların değiştirilip şekillenmeyeceği anlamına gelir mi?
- Peki ya geçmişe yada geleceğe giderek yapılan müdahaleler ile oluşan zaman akışı aslında kaderin ta kendisiyse.!?
İmza Sektor X
3 Haziran 2019 Pazartesi
SİNAN MEYDAN IN ''FARKINDA MISINIZ SEVR İ UYGULUYORSUNUZ'' YAZISI
FARKINDA MISINIZ? SEVR’i UYGULUYORSUNUZ!
Sinan Meydan
03/06/2019

Sevr Antlaşması 152-155 arası maddelere göre; 50 bin kişilik bir askeri birlik dışındaki tüm ordu terhis ediliyordu. 168. maddeye göre tüm askeri okullar kapatılıyordu. “Askere Alma” başlığını taşıyan 165. maddeye göre “zorunlu askerlik” kaldırılıyor ve askerlik süresi 12 aya indiriliyordu
Yeni askerlik kanununa göre bedelli askerlik süreklilik kazanacak; parası olanlar, 30 bin TL vererek askerlik yapmayacak, parası olmayanlar ise sadece 6 ay askerlik yapacak. Bu kanun kabul edildiğinde askerlik yapmakta olanlardan 6 aylık askerliğini tamamlamışolanlar üç ay içinde terhis edilecek. Böylece mevcut ordunun dörtte üçü terhis edilmiş olacak. Bugün dört bir yandan kuşatılmış Türkiye bir anda neredeyse “ordusuz” kalacak. İşte o zaman, ciddi bir “beka” sorunumuz olacak!
Peki, neler oluyor?
Türkiye'nin “ordusuzlaştırılması” ne anlama geliyor?
Cevap, “seçmeli ders” yapılan tarihte gizli!

İngiliz Lord Curzon
YENİ ASKERLİK KANUNUYLA ESKİYE DÖNÜŞ
Başkanlık sistemiyle (anayasa+meclis+saray düzeniyle) fiilen cumhuriyetten meşrutiyete dönen Türkiye, bu yeni askerlik kanunuyla meşrutiyetin de gerisine, Tanzimat'a dönüyor. Anlayacağınız, nerede biteceği belli olmayan geri dönüş tüm hızıyla sürüyor.
Şöyle ki, Osmanlı'da 1846'da “Bedel-i Şahsi” uygulamasına geçildi. Buna göre “kura” çıkıp 5 yıllık zorunlu askerlik yapmak istemeyenler bedel parası ödeyerek kendilerinin yerine bir başkasını askere gönderebilecekti. 1865'te “Bedel-i Şahsi” kaldırılıp “Bedel-i Nakdi”ye geçildi. Böylece zorunlu askerlik yapmak istemeyen Osmanlı zenginleri “bedel akçesi” ödeyerek askerlikten kurtuldu. Osmanlı'da askerlik, fakir Anadolu delikanlılarının, Türk çocuklarının işi haline geldi.
İkinci Meşrutiyet'ten sonra 1909'da çıkarılan askere alma kanunuyla askerlikten muaf olan İstanbul halkının ve Müslüman olmayanların da askerlik yapması zorunlu hale getirildi. Mart 1914'te çıkarılan askerlik kanununa göre ise 18 yaşını dolduran her erkek askerlik yapacaktı.
Cumhuriyet döneminde, 1927'de 1111 Sayılı Askerlik Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre askerlik “bir vatan görevi” kabul edildi. Bu kanun, sadece -askerlik süreleri değiştirilerek- bugüne kadar geldi. Bu yeni askerlik kanunu ise sadece askerlik süresini değil, cumhuriyetin askerlik sistemini tamamen değiştiriyor.
Bu yeni askerlik kanunu bir geriye dönüştür. Öyle ki, Osmanlı'nın 1846 Askerlik Kanunnamesi'ne göre padişahın özel ferman çıkararak “askerlikten muaftır” dediği kişiler askerlik yapmıyordu. Yeni askerlik kanununun 45. maddesinde de aynen şöyle denilmektedir: “Cumhurbaşkanınca gerekli görülen sahalarda özel olarak görevlendirilen gönüllüler, Cumhurbaşkanınca belirlenen şartlara uydukları takdirde askerlik hizmetinden muaf tutulur.”
Yani, 1846'da “padişaha” verilen yetkinin bir benzeri, 173 yıl sonra, 2019'da “cumhurbaşkanına” veriliyor.
ÖNCE ORDUYU BİTİRMEK İSTEDİLER
1. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı'ya 30 Ekim 1918'de imzalatılan Mondros Ateşkes Antlaşması aslında orduyu bitirme planıydı. Antlaşmaya göre Osmanlı ordusu dağıtılacaktı. Düzeni sağlamak için sınırlı sayıdaki geçici birlikler dışındaki tüm ordu silahlarıyla birlikte İtilaf devletlerine teslim olacaktı.
Padişah Vahdettin, Mondros'tan hemen sonra, 5 Kasım 1918'de, “İngilizleri memnun etme politikası gereği” ordunun onda dokuzunun terhis edilerek erlerin memleketlerine gönderilmesine ilişkin kararnameyi, hiç itiraz etmeden, imzaladı. (Tarih Vesikaları Dergisi, 3387, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, S.29, Belge, 745.)
Mondros'tan sonra İngilizler büyük bir hızla Türk ordularını dağıtıp, ordu komutanlarını tutuklayıp silah ve cephaneye el koymaya başladılar.
O günlerde Konya'da Kolordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa anılarında şöyle diyor: “Konya'ya bir İngiliz subayı gelip demiryolunun denetimini eline aldı, bütün cephane ve silah depolarının kapısına kilit taktırdı. Silahların mekanizmalarını toplayıp bir sandığın içine doldurttu. Ve üzerine işgalin mührünü bastı.”
YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİN ORDU DÜŞMANLIĞI
Padişah Vahdettin'in vazgeçemediği Sadrazam Damat Ferit, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb'e, aralarında Ahmet İzzet, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir ve Ali Fuat paşaların da bulunduğu gizli bir liste vererek “siyasi düşmanlarım” diye nitelediği bu kişilerin tutuklanarak Malta'ya sürgün edilmelerini istedi.
İngilizler, Medine Müdafii Fahrettin Paşa'yı, Irak Cephesi komutanlarından Ali İhsan Paşa'yı ve Kafkas Cephesi komutanlarından Yakup Şevki Paşa'yı tutuklayıp Malta'ya sürdü. Kafkasya'da başarılı işler yapan Nuri Paşa'yı, Albay Mürsel Bey'i ve Albay Rıfat Bey'i hapsettiler. Kut Zaferi'nin kahraman komutanı Halil Paşa'yı da tutukladılar.

“Madde 168, Osmanlı askeri kuvvetleri gelecekte yalnız gönüllü askerlerden oluşacaktır.”
Osmanlı Genelkurmayı'nda “İtilaf devletlerine güçlük çıkaracak” ne kadar gözü pek general varsa hepsi görevden alınıp tutuklandı.
Damat Ferit, “Kuvayı Milliye'nin hakkından ben gelirim” diyen emekli Süleyman Şefik Paşa'yı Harbiye Nazırı yaptı. 14 Ağustos 1919'da Harbiye Nazırı olan Süleyman Şefik Paşa, Vahdettin'in, Kuvayı Milliye'yi ezmek için kurduğu Kuvayı İnzibatiye'nin başına geçmekle kalmadı, Türk ordusunun kalburüstü birçok komutanını da görevden aldı.
Vahdettin'in Şeyhülislamı Mustafa Sabri, ordunun tasfiye edildiği o günlerde, üstelik İzmir'in işgalinden 15 gün sonra, “Ordunun görevi oruç tutmaktır!” diye bir açıklama yaptı.
Şeyhülislamın bu açıklamasından üç ay sonra, 27 Ağustos 1919'da Alemdar Gazetesi'nde çıkan bir yazıda, “Ordunun beş vakit namazda padişaha duadan gayrı bir şey bilmemesi lazımdır!” deniliyordu. İstanbul Müftüsü Dürrizade de 11 Nisan 1920'de yayınladığı fetvada, “Millici paşaların öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu” bildiriyordu.
Yerli işbirlikçilerin ordu düşmanlığı İngilizleri aratmıyordu.
Ordusuz Türkiye projesi: SEVR
Saray hükümetinin görevlendirdiği Osmanlı heyeti, 10 Ağustos 1920'de Paris'te Sevr'i imzaladı. Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele kazanıldı. Emperyalist paylaşım planı Sevr, tarihin çöplüğüne atıldı. Lozan imzalandı. Ancak emperyalizmin Sevr hayali hiç bitmedi.
433 maddelik “idam fermanı” Sevr, Anadolu'nun ortasına sıkıştırılmış ve iyice küçültülmüş Türkiye'nin aynı zamanda “ordusuz bir Türkiye” olmasını amaçlıyordu.

Sevr Antlaşması'nda, Türk ordusunun asker, subay, silah sayısı, hatta subay başına ve tabanca başına kurşun sayısı bile tek tek belirlenmişti.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Sevr Antlaşması öncesinde, 20 Mart 1920'de “Türklere askerliği yasaklayacaklarını” söylüyordu: “Türkler için askerlik mesleği tümüyle kapanmıştır. Kuşkusuz, Türkler askerlik yapmak isterlerse, başka bir yere gidebilirler. Fransız lejyonu onları kabul edecektir. Ancak, İngiltere buna bile karşıdır. Çünkü Türkler öteki düşmanlarımızdan farklıdır, başka bir yerde bile askerlik yapmaları iyi değildir. Türkiye'ye dönüp yeni bir askeri dönem başlatabilirler.” (Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, C.1, İstanbul, 1998, s. 106.)
Gerçekten de Sevr'in 152'den 208'e kadar, tam 56 maddesi “Ordusuz Türkiye” projesine yönelikti.
Sevr'in 152-155 arası maddeleri, Türk ordusunu dağıtırken, silahlı güç olarak, yalnızca üç küçük yapı bırakıyordu. Bunlar: 1. Padişahın güvenliğini sağlayacak 700 kişilik özel koruma birliği (hassa alayı), 2. İçeride düzen ve güvenliği sağlayacak 35 bin kişilik jandarma birlikleri, 3. Jandarma birliklerini destekleyecek 15 bin kişiyi aşmayacak özel birlikler. Toplam 50 bin kişi civarındaki bu askeri birlik dışında kalan tüm ordu 6 ay içinde terhis edilecekti.
Sevr'in 168. maddesi; tüm askeri okulları kapatıyordu. Sadece izin verilen birlikler için 1 subay okulu ve her yersel bölgede 1'er küçük astsubay okulunun açılmasına izin veriyordu.
Sevr'in “Askere Alma” başlığını taşıyan 165. maddesi zorunlu askerliği kaldırıyor, barış döneminde 36 ay olan askerlik süresini 12 aya indiriyordu.
Sevr, Türkiye'nin kara, deniz ve hava gücünü tamamen yok ediyor, hava sahasını yabancılara açıyordu: 184. madde, “Türkiye'de yapılmakta olan -denizaltılar da dâhil- bütün gemiler yok edilecektir” diyor; 188. madde, Deniz Kuvvetleri'ne alınacak subay ve erlerin sayı ve niteliğine, Müttefiklerarası Deniz Kuvvetleri Denetleme Komisyonu'nun karar vereceğini söylüyor; 191.madde, “Türkiye'nin askeri kuvvetlerinde hiçbir kara, deniz, hava kuvveti bulunmayacaktır” diyor; 192. madde “işbu antlaşma yürürlüğe girişinden başlayarak iki ay içinde Türk kara ve deniz kuvvetlerinde kadrolu olan bütün havacı personel terhis edilecektir” diyor; 193. madde,“Müttefik devletlerin uçakları, Türkiye'nin tümünde; havadan transit geçiş ve iniş özgürlüğüne sahip olacaktır” diyordu.
Sevr'in 207. maddesi Türkiye'nin herhangi bir yabancı ülkeden askeri destek veya askeri eğitim almasını yasaklıyordu. Ayrıca Müttefik Devletlerin de kendi ordularına hiçbir Osmanlı uyruğunu almayacakları belirtiliyordu. Böylece Lord Curzon'un istediği gibi Türklere askerlik yasaklanmak isteniyordu.
Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele kazanılıp Lozan imzalanmasaydı, işte Sevr'in bu maddeleriyle “Ordusuz Türkiye” projesi hayata geçirilecekti.
SEVR'E UYGUN ADIMLAR
Benim gördüğüm şu: Önce NATO, sonra FETÖ eliyle TSK zayıflatıldı. Son 15 yılda Sevr'in askeri maddeleri tek tek hayata geçirildi, geçiriliyor.
Önce 2007'den itibaren TSK'ya yönelik Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi FETÖ kumpasları başladı. TSK sanık, PKK tanık yapıldı. Bu süreçte ordunun “Kozmik Oda”sına bile girildi. Özellikle “MİLGEM” gibi projelerle güçlenen Deniz Kuvvetleri bitirilmek istendi?
15 Temmuz sonrası OHAL kararlarıyla Jandarma, İçişleri Bakanlığı'na, kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı'na bağlandı. Sivillerin Jandarma Genel Komutanı olabilmesine olanak sağlandı. Genelkurmay Başkanı, sivil dönemlerde ordu komutanıolmaktan çıkarıldı. Böylece Sevr'in 152. maddesinde istenildiği gibi ordunun adeta bir polis gücüne dönüştürülme yolu açıldı.

“Madde 168, Türkiye'de ancak izin verilen birlikler için subay ve astsubay yetiştirmek amacıyla kesinlikle zorunlu bulunan aşağıdaki okullar kalacaktır. Subay okulu… Her yersel bölge için birer küçük astsubay okulu.”
15 Temmuz sonrasında OHAL kararlarıyla 1800'lerde kurulan askeri liseler, Kara Harp Okulu, Deniz Harp Okulu ve Harp Akademisi kapatıldı. Böylece Sevr'in 168. maddesinde istenildiği şekilde askeri okullar kapatılmış oldu. Sevr'in 168. maddesinde askeri okullar kapatıldıktan sonra 1 subay ve her yersel bölgede 1'er astsubay okulu açılması istenmişti. Bilindiği gibi! 15 Temmuz sonrasında Milli Savunma Üniversitesi açıldı.
Son olarak da yeni askerlik kanunuyla Atatürk'ün 1111 Sayılı Askerlik Kanunu değiştirilerek askerlik, parası olan için bedelli, parası olmayan için 6 aya indirildi. Böylece Sevr'in “Askere Alma” başlığını taşıyan 165. maddesinin istediği biçimde “zorunlu askerliğin kaldırılması” yolunda önemli bir adım atıldı.
Şimdi soruyorum; Türkiye, üstelik dört bir yandan kuşatılmışken, neden anayasadaki ifadesiyle “hak ve ödev” olan askerlik “hak ve ödev” olmaktan çıkarılmak isteniyor? Neden ordunun büyük bir bölümü terhis ediliyor? Askeri okullar niye kapatıldı?
İktidar, son yıllarda yapılan askeri düzenlemelerle Sevr'e uygun adımlar atıldığını görmüyor mu?
Yayınlanma Tarihi: 05:55
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)